
31 Aralık 2009 Perşembe
30 Aralık 2009 Çarşamba
SPOR-SEN SAHALARA İNİYOR


Toplantıda sol düşüncenin, sporda bir türlü mücadele stratejisi ve taktiği yaratamadığını belirten Kurt, "İşçi sınıfı, hak ve özgürlükler savaşımını spor arenalarında da vermek istiyorsa, öncelikle bu alanı içten kavramalıdır. Unutulmamalıdır ki, spor gerçeğine giden yol, spordaki sonuçları tartışmaktan, yorumlamaktan değil sporu sorgulamaktan geçmektedir" dedi. Özel sektörden, kamu kesimine kadar geniş bir yelpazede desteklenen 'spor'un Türkiye'de de başka çok az ülkede olduğu gibi politikanın içene çekildiğine işaret eden Kurt, başta yerel yönetimler olmak üzere özel sektörler dahil hepsinin doğrudan politik olarak var olduklarını belirtti.
Kurt, sözlerini şöyle sürdürdü: "Türkiye'deki sermaye kuruluşları sosyal hizmet görüntüsü altında aslında bol bol reklamlarını yapmakta ve sporun artık dillere pelesenk olan apolitizasyon sürecini destekleme işlevini öne çıkartmaktadırlar. Onca sosyal hizmet alanı dururken spora yapılan yatırımlar büyük sermaye açısından rasyoneldir. Sol şimdi bu alana gecikmeden gerekli önem ve ilgiyi vermeli, örgütsel pratikleri hayata geçirmelidir. Sol artık sözünü ettiğimiz ilkeler doğrultusunda sessizliğini bozmalı, ayağa kakmalı sporda da göreve başlamalıdır”.
Metin Kurt, Spor-Sen’in amaçlarını şu şekilde açıklıyor: "Kurulmamış spor yapılarında çalışan emekçilerin ekonomik, demokratik ve sosyal haklarını savunmak, geliştirmek ve güvence altına almak doğrultusunda, Spor İş Yasası'nın çıkartılmasının sağlanması hedefiyle, uluslararası işçi sınıfının bir parçası olarak tüm gücüyle mücadele etmeyi temel amaç ilan eder."
Spor-Sen şu an herhangi bir örgüte bağlı değil ancak büyük ölçüde DİSK'e bağlanacak.
Spor-Sen'in temel ilkelerinden bazıları şöyle;
1.Uluslararası alanda barış ve karşılıklı eşit haklı çıkarlara dayalı, kaba kuvvetin dışlandığı ilişkilerin kurulması ve geliştirilmesi,
FUTBOL SEVDALILARINA YILBAŞINDA HEDİYE EDİLEBİLECEK ÜÇ GÜZEL KİTAP



Birincisi İslam Çupi’nden “Mağlubu Anlamak”. İslam Çupi’nin 50’li yıllardan 80’li yıllara kadar yazdığı yazılardan leziz bir derleme. Her biri drama tadındaki maç hikâyeleri, dönemin spor yıldızlarının ve parlayan takımlarının portreleri, dünya futboluna dair gözlemler. Futbol ve spor ortamı hakkında taşlamalar. Ve tabii eski İstanbul sahneleri.
İkinci kitap Türkiye futbol dünyasının aykırı ismi, sosyalist futbolcu Metin Kurt’un hayatının anlatıldığı 'Gladyatör'. Everest Yayınları’ndan çıkan ve Vecdi Çıracıoğlu tarafından kaleme alınan kitapta futbol dünyasının en özel isimlerinden hikâyesi anlatılıyor. "Futbolu oyun olarak severiz ancak bugün kullanılış şekliyle sevmemiz kendi kalemize gol atmak anlamındadır. Devrimciler hiç bir zaman spora karşı olmadı. Sporun içinde her zaman yer aldılar ama her zaman yanlış tarafta yer aldılar" diyen Metin Kurt’un hikayesi var bu kitapta, mücadelesi, direnci. Kurt'un futbol oynadığı dönemde, futbolcuların haklarını almak ve korumak için söylediği, sendika sözcüğü ve sosyalist söylemler tehlikeli bulundu. Futbolcu arkadaşlarını greve götürdüğü gerekçesiyle, hakları gasp edilerek Galatasaray'dan uzaklaştırıldı. Anadolu’ya Kayserispor’a adeta sürülen Kurt, tüm futbol dünyası tarafından aforoz edildi. Bütün suçu, Avrupalı futbolcuların bugün kullandığı hakları bundan 30 yıl önce dile getirmesiydi.
Yeni Yılınız Kutlu Olsun. Yeni yılda spor dünyasına barış, anlayış, direnç ve emeğe saygı hakim olsun.
28 Aralık 2009 Pazartesi
BİZDEN BU KADAR

2. Lig B kategorisi 3. Grup'ta mücadele eden Erzurumspor, dün evinde 1-0 mağlup olduğu Trabzon Karadenizspor maçında ilginç bir eyleme soyundu. Türkiye'de sporcuların bu tarz eylemler gerçekleştirmesine çok da alışık değilizdir.
Mavi-Beyazlı oyuncular, ücretlerini alamadıkları gerekçesiyle hem maç içinde, hem de maçtan sonra protesto eylemi yaptı. Başlama düdüğüyle birlikte bir dakika yerlerinden kımıldamayan Erzurumsporlular’a, rakip takım futbolcuları da destek verdi ve topu kendi aralarında paslaştı. Maç sonrasında da ev sahibi takım oyuncuları, üzerinde ‘Bizden bu kadar’ yazılı pankartı açtı.
Karşılaşma sonrası kaptan Emin, Aykan ve Umut, gönüllü olarak tek bir kuruş almadan ilk yarı sonuna kadar mücadele ettiklerini belirterek, yaşanan ilgisizlik karşısında ikinci yarı maçlarına çıkmayacaklarını söyledi. Yaşananların üzüntü verici olduğunu dile getiren futbolculardan Savaş Turan, “Bizden bu kadar. Artık Erzurumspor defteri kapanmıştır. Bugüne kadar cebimizden para harcayıp maçlara çıktık. Bizlere destek veren az sayıda taraftarlarımıza teşekkür ediyoruz” dedi.
25 Aralık 2009 Cuma
PANKARTLARIN DİLİ - 2
NE GÜZEL TAKIMIMIZDIN TOFAŞ SAS


Yaklaşık bir 10 yıl öncesi. Abdi İpekçi Spor Salonu’nda oynanan Euroleague maçlarında iğne atsan yere düşmeyecek kalabalıklar. Naumoski’ler, Ufuk Sarıca’lar, Murat Evliyaoğlu’ları. Her yıl Final Four’un özlemle beklenmesi. Hep ucundan dönülen büyük zaferler. Deplasmanda kazanılan Avrupa Kupası maçları sonrası yaşanan büyük çoşkular. Henry Turner’lar, David Rivers’lar, Rashard Griffith’ler. Efes Pilsen’in, Tofaş’ın, Beşiktaş’ın, PTT’nin, Fenerbahçe’nin, Kombassan Konya’nın, Kayseri Meysu’nun..vb herhangi bir Avrupa Kupası maçında bile hınca hınç dolan salonlar.
Tofaş SAS, 1996/1997 sezonunda ise finale kaldığı Avrupa Koraç Kupası'nı finali'de Yunanistan'ın Aris takımına kaptırıyordu. Kadrosu şöyleydi: “Cüneyt Erden, Ertugrul Guler, Steven Rogers, Levent Topsakal, Şemsettin Baş, Samir Avdic, Tayfun Kuyan, Tolga Öngören, Polat Kocaoğlu, Murat Konuk, Serdar Çağlan, Vladan Alanovic, Rashard Griiffith"1998-1999 Sezonu Türkiye Şampiyonluğuna ulaşan Tofaş tarihinin ilk Türkiye 1. Lig Şampiyonluğuna da ulaşmış oluyordu. 1999 Cumhurbaşkanlığı Kupası final maçında Efes Pilsen’i devirerek bu kupayı da tarihinde ilk kez kazanmış, 1999-2000 Sezonunu da şampiyon olarak kapatarak yeni çağa şampiyon olarak giriyordu.
Tofaş diyince akla Efe Aydan ile birlikte ilk gelen isim kesinlikle David Rivers’dır herhalde. NBA’de tutunamayınca ilk olarak Fransa Liginde oynayan Rivers 1995 yılında Antibes’le Fransa şampiyonluğu yaşar. Daha sonra Yunanistan’ın köklü kulüplerinden Olympiakos’a transfer olur. Rivers 1996 yılında İstanbul’da düzenlenen Eurostars’da MVP kristal oyuncu ödülünü kazanır. 1997 yılında Eurolegue Şampiyonluğu ve Euroleague MVP ödülünü kazanır. Oynadığı her takımda başarılı olan Rivers’ın belki de tek istisnası Team System Bologna macerasıdır. Yıldızlarla dolu bir takım olmasına rağmen o yıl başarılı olamamıştır Team System Bologna.Team System’ın ardından 33 yaşında Türkiye’ye gelerek Tofaş forması giyer. Ve belki de birçok kişinin Tofaş taraftarı olmasını sağlar. 33 yaşında olmasına rağmen Tofaş’ta harika sezonlar ve maçlar çıkarır.
Tofaş’ın maçını izlerken aklıma ister istemez Rivers geldi. Steven Rogers geldi, Murat Konuk geldi. Evet altyapıdaki çabaları takdire değer ama Tofaş’ın üst ligdeki bu iddiasız hali Türkiye ve Bursa basketbolunda bir eksiklik yaratıyor.
24 Aralık 2009 Perşembe
PANKARTLARIN DİLİ - 1
STAY WİTH US HARRY


21 Aralık 2009 Pazartesi
MESSİ BİR VATAN HAİNİ MİDİR?

Barcelona'nın, FIFA Dünya Kulüpler Kupası'nda Arjantin ekibi Estudiantes'i uzatmalarda Lionel Messi'nin göğsüyle attığı golle 2-1 yenmesi ve kupayı alması sonrası bu gelişmeler yaşandı. Messi'nin, ülkesinin takımı Estudiantes'i yıkan golü atması, Arjantin'de ona karşı büyük bir tepkinin yaşanmasına neden oldu.
Arjantin’in yüksek tirajlı gazetelerinden Ole, manşetten verdiği haberde, “Arjantin göğsünden hançerlendi” başlığını kullandı. Barça'nın 2009'u 6 kupayla kapatmasında büyük pay sahibi olan Messi için Estudiantes'in bulunduğu La Plata kentinin duvarlarına, ‘Kötü çocuk', ‘1 numaralı düşmanımız” ve küfürlerle hakaretler içeren yazılar yazılmış.
İnsanın aklına Messi peki ne yapsaydı sorusu geliyor. Topu bilerek dışarı mı atsaymış. Ekmeğini yediği kulubün bir başarısına engel mi olmalıymış.
Milliyetçilik her şekliyle ve yönüyle bir zehir. Bu zehir futbolda da bu ve benzeri olaylarda etkisini gösteriyor sık sık. Ülkesinin milli takımına yıllardır hizmet veren bir isim bile bir anda vatan haini ilan ediliveriliyor. Türkiye’de de benzer bir durum yaşandığında (örneğin Arda’nın Barcelona formasıyla son saniyede bir Türkiyeli takıma gol attığını düşünelim) aynı tepkilerin oluşacağını söylemek kahincilik olmaz herhalde.
İşin içinde milliyetçilik olmasa da Süper Lig’imizde de benzer bir olay yaşandı haftasonu. Bursaspor’da kiralık oynayan Zapotocny, Beşiktaş’a son dakikalarda galibiyet golünü atınca çok sevindi diye eleştirildi, bir Beşiktaşlı yönetici Zapotocny’e Beşiktaş kapılarının kapandığını söyledi. Aynı soru yine aklıma geliyor, ne yapsaydı yani sevinmese miydi? Sevinme ve sevinmeme özgürlüğü onun elindedir, her ikisi de yerine göre bir erdemdir. Zapo eğer isterse sevinmeyebilirdi de. Ama ne sevindi diye ne de sevinmedi diye ona tepki göstermenin hiçbir anlamı yok.
17 Aralık 2009 Perşembe
“TARAFTARLAR OLMASA TRİBÜNDE GÜVENLİĞİ NE GÜZEL SAĞLARDIK” ZİHNİYETİ

10 Aralık 2009 Perşembe
SEN MİSİN YAKAN İRLANDA'YI

7 Aralık 2009 Pazartesi
HAFTANIN GÜZELLERİ VE ÇİRKİNLERİ


Haftanın güzelleri Eskişehirspor ve Beşiktaş taraftarı, Galatasaray Teknik Direktörü Frank Rijkaard oldu. Haftanın çirkinleri ise kaybedilen her maçtan sonra kıpkırmızı suratlarıyla açıklamalar yapan yöneticiler, çığırdan çıkıp formalarını yırtacak kadar galeyana gelebilen futbolcular oldu. Önce güzelliklerden bahsedelim.
Beşiktaşlı taraftarlar, Diyarbakırspor maçında futbolcuların birlikte tribünleri selamlamasının ardından önce ''Türkiye'' diye tempo tutup, daha sonra da ''Irkçılığa karşıyız, Beşiktaşlıyız'' diye tezahürat yaptı. Diyarbakırsporlu taraftarlar da ''Beşiktaş'' diye tezahürat yaparken, siyah-beyazlı taraftarlar, konuk taraftarla “Siyah-Beyaz” ve “Yeşil-Kırmızı” diye karşılıklı tezahüratlar gerçekleştirdi. Diyarbakırlı taraftarlara gittikleri her yerden reva görülen davranışları düşününce İnönü Stadı’nda yaşananlar, futbolda renklerin ve halkların kardeşliğine inanmayanlara ağır bir ders oldu.
Eskişehirspor taraftarı bu ülkenin en renkli taraftar gruplarından biri. Haftasonu da tribünleri yine bayram yerine çevirdi Es-Es’ler. Es-Es bandosu ve onun eşliğinde söylenen marşlar, tezahüratlar enfesti. İnsan bir süre maçı bırakıp sadece estetik ses bütününe kendini bırakmak istiyordu.
Ve çirkinlikler. Artık büyük takımlar tarafında bir gelenek haline gelen yaklaşım. Kaybedilen her maç sonrası hakemi, federasyonu suçlamalar. “Paf takımla çıkarım”, “Takımı ligden çekerim”, “Herkes aklını başını alacak” gibi tehditler savurmalar. Kendi başarısızlıklarını başkalarını yıkma, kendi hataların yükünü başkalarına yıkma eğilimi ve fırsatçılığı ve ikiyüzlülüğü. Artık büyük takımların bu yaklaşımı, geçmişte ve bugün Anadolu takımlarının başvurduğu “Biz eziliyoruz, İstanbul takımları kayrılıyor” kolaycılığına benzemeye başladı. Bu hafta Aziz Yıldırım yaptığı açıklamalarla ve Galatasaraylı futbolcular (özellikle formasını yırtacak kadar galeyena gelmiş, gelmiş ama niye gelmiş bilinmez Mustafa Sarp) tavırlarıyla antipatiyi üstlerinde topladılar.
4 Aralık 2009 Cuma
BAŞKA BİR FUTBOL MÜMKÜN MÜ?

Şu kurak futbol iklimimizde ne mutlu ki, yeşil sahalardan ve tribünlerden ırkçılık, erkek egemenliği, şovenizm, homofobi gibi belaların nasıl kovulacağını düşünen, sorgulayan ve çözüm yolları bulmaya çalışanlar var.
Futbol başta olmak üzere tüm sporseverlerin davetli olduğu panelde gazeteciler "Mevcut futbol kültürünü değiştirme noktasında nasıl bir mücadele perspektifine sahip olmalı, tribünlerdeki ırkçı şovenist dil ile mücadele için neler yapabiliriz, buradan yola çıkarak nasıl bir futbol kültürü yaratabiliriz" gibi sorulara yanıtlar bulunmaya çalışılacak.
Beyoğlu'ndaki Makine Mühendisleri Odası (MMO) salonunda yapılacak panelin konuşmacıları gazeteci Emine Özcan, Radikal gazetesi yazarları Bağış Erten ve Kıvanç Koçak, Birgün gazetesinden yazar Ahmet Tulgar, spor araştırmacısı ve yazarı Melih Şabanoğlu ve bianet'ten gazeteci Bawer Çakır olacak.
Etkinlik 5 Aralık Cumartesi saat 14.00'te.
3 Aralık 2009 Perşembe
DAHA FAZLA DESTEĞİMİZİ HAK ETMİYORLAR MI?

Engellilerin günlük hayatını kolaylaştıracak, onları yaşamın içine daha çok çekecek düzenlemeler yeterince yapılmıyor. Çok ötelere bakmayalım, engellilerin toplu taşıma araçlarına binip inerken yaşadığı büyük sıkıntılar bile bu işin vahimliğini anlamamız için yeterli olabilir.
Sekiz küsur milyon insanını yok sayan, evlerine hapsetmeyi onlara reva gören bir ülkede Engelliler Spor alanında ise takdir edilecek çabalar sergileniyor.
Engelliler için yapabileceğimiz şeyler var. Birincisi mücadelerinde yanında olmak, hükümetleri, belediyeleri ve tüm yetkili makamları gerekli düzenlemeleri yapmaları için zorlamak. Tuttuğumuz takımın da veya şehrimizin de bir engelli spor kulubü kurması için kamuoyu yaratmak. Ve birçok dalda mücadelerini sürdüren sporcuları gidip izlemek, destek vermek, alkışlamak. Kısacası onları artık yalnız bırakmamak.
1 Aralık 2009 Salı
THİERRY HENRY’NİN KAYBOLAN LANETLİ ELİ


Bu arada el hadisesi Henry’nin başını da fena ağrıtıyor. Henry'i Roger Federer ve Tiger Woods ile birlikte reklamlarında oynatan Gilette firması Henry’i reklamlardan çekme gibi bir düşüncesi olmadığını açıkladı. Ama Gillette reklamlarına bir makyaj yapıldı geçtiğimiz hafta. Firmanın kullandığı billboard reklamlarında Henry'nin sol elinde tuttuğu top yokoldu, Henry'nin eli cebine girdi.
Henry’nin eli artık saklanması gereken lanetli bir el.
12 Kasım 2009 Perşembe
YUNANİSTAN'DA OYUNCULAR GREVE GİTTİ

Bu haberi duyduğumda Türkiye’deki spor dünyasını düşündüm. Paraları ödenmeyen, haber bile verilmeden başka takımlara gönderilen, sözleşmeleri feshedilen, hiçbir sosyal koruması olmayan spor emekçilerini.
5 Kasım 2009 Perşembe
SEVDİĞİNİZE ZARAR VERMEYİN ARTIK YILDIRIM BEY

23 Ekim 2009 Cuma
BAYAN BASKETBOLUNU RAHAT BIRAKIN


Arka sayfalarında tirajını artırmak için her gün kadın çıplaklığını ataerkil ve maço bir bakış açısıyla kullanan medyamızın internet sitelerinde de başka bir yolu seçmesi beklenmezdi zaten. Bizi yanıltmadılar.
Çok değil, birkaç ay önce, Beşiktaş Cola Turka bayan basketbol takımının Hırvat oyuncusu Daboviç de aynı sıkıntıları yaşamıştı. Ve Türkiye’de duramadı, ülkesine geri döndü. Oysa Avrupa basketbolunda geleceği olan bir oyuncu Beşiktaş’a geliyordu. Geldiğinde kimselerin haberi yoktu, transfer haberleri medyada yer almadı ama ne zanan çıplak pozları ortaya çıktı, ortalık ayağa kalktı. “Koyarız Daboviç’in fotolarını siteye, hitimize tavan yaptıtırız” anlayışı medyamızın en büyük organlarında bile kullanıldı.
Medya cinsiyetçi tutumuyla Türkiye’de bayan basketboluna da zarar veriyor. Bir kadın çıplak poz verebilir. Kendi bedeninden o sorumludur ve bir kadının çıplak pozlarının ortaya çıkması bir skandal niteliği taşımaz. Esas ahlaksızlık, bu fotoları günlerce sitelerinde tutmak, bunun üstünden hit almaya çalışmaktır. Cinsel açlıklarınızı bayan basketbolu üzerinden gidermeyin.
TRİBÜNLERDEN MANZARALAR

HOŞGELDİN UZUN ÇORAPLI ADAM
Basketbolda uzun yıllardır büyük yatırımlar yapılıyor. Birçok Avrupa çapında oyuncu Türkiye liginde oynamak için Türkiye’ye geliyor. Ama özellikle Avrupa kupalarında istenilen başarılar bir türlü gelmiyor. Efes Pilsen’in Koraç Kupası şampiyonluğundan beri basketbolda en büyük başarı geçen yıl bayanlarda Galatasaray’ın kazandığı Avrupa şampiyonluğu ile oldu.
Bu yıl da birçok önemli yabancı oyuncu Türkiye Ligi’ne transfer oldu. Rakoçeviç, Nachbar, Greer. Kasun, Giriçek, Chatman gibi birçok önemli oyuncu da halen Türkiye liginde. Özellikle Rakoçeviç transferi ayarında bir transfer futbolda gerçekleşse, Türkiye’de gündemin değişeceğini söylemek mübalağa olmazdı. Beli bu oyuncular ünleri ve aldıkları ücretler kadar başarıları beraberinde getirmiyorlar ama onları izlemek yine de büyük zevk.
Bu transferlere son bir halka daha eklendi. Patrcik Femerling. Uzun çoraplı adam.
Alman basketbolunun en kariyerli oyuncularından Patrick Femerling, Antalya Büyükşehir Belediyesi'ne transfer oldu. Alman Milli takımının yıldızlarından 2.16 boyundaki Femerling, Avrupa’nın en önemli kulüplerinde forma giydi. Alba Berlin'de başlayan kariyerine Panathinaikos, Olimpiyakos, Barcelona, Caja San Fernando takımlarında devam eden Femerling, 11 sezona 3 Almanya, 2 Yunanistan, 2 İspanya Ligi ve 1 Euroleague şampiyonluğu ile, 3 Yunanistan, 1 İspanya Kral ve 1 de İspanya Süper Kupası şampiyonluğu sığdırdı. Son olarak ülkesi adına Eurobasket 2009'da da sahaya çıkan 34 yaşındaki Femerling, 2002 Dünya Şampiyonası’nda bronz madalya kazanan Alman Milli Takımı kadrosunda da yer alıyordu.
Hoşgeldin uzun çoraplı adam. Seni izlemek büyük bir keyif olacak Türkiye’de.
16 Ekim 2009 Cuma
10 Ekim 2009 Cumartesi
TÜRKİYE’DE ŞİFRELİ MAÇ YAYINLARI ARJANTİN’DEKİ GİBİ KAMULAŞTIRABİLİR Mİ?

Peki Arjantin'de uygulama ne, gelin biraz üstüne konuşalım.
Arjantin’de şifreli futbol yayınları, siyasi nedenlerle kamulaştırılmış gibi gözüküyor. Ağustos'ta başlaması gereken Arjantin Ligi, kulüpler ile futbolcular sendikası arasındaki anlaşmazlık nedeniyle askıya alınmıştı. Çünkü, borç batağındaki kulüpler futbolcuların maaşlarını ödeyemiyordu. Arjantin Futbol Federasyonu (AFA), bu noktada devreye girdi.
AFA, 18 yıldır futbol maçlarının yayın haklarını elinde bulunduran ve bu yayınları belli bir ücret karşılığında Arjantinlilere sunan TSC (Television Satelital Codificada) ve TyC'den (Torneos y Competencias), yayın sözleşme şartlarında iyileştirilme talep etti. Televizyoncular buna olumlu yaklaşmadı. AFA Başkanı Julio Grondona da, 2014'te sonuçlanacak sözleşmeyi iptal etti.
Ülkenin Cumhurbaşkanı Cristina Fernandez de Kirchner de, zor durumdaki futbol kulüplerine destek amacıyla lig maçlarının herkesin izleyebildiği devletin kanalı Kanal 7’den yayımlanacağını duyurdu. AFA bunun için kulüplere 110 milyon euro’ya yakın bir ücret ödeyecek.
Yayın haklarını kaybeden TSC ve TyC ise zararlarının 400 milyon euro olduğunu açıkladı geçen günlerde. Yargıya gideceklerini de özellikle vurguluyorlar. Muhalefet partileri de bu iki kanalın yanında saf almışlar.
Ekonomik krizin sürdüğü bir dönemde, Kirchner'in devletin parasını futbol için kullanmasını sert bir şekilde eleştiriyorlar. Kirchner’in ise tavrı net: “Bundan böyle sadece para ödeyen azınlık değil, herkes lig maçlarını izleyebilecek.”
Türkiye’de de AKP hükümetinin böyle popülist bir adım atmaya sıcak bakabileceğini tahmin etmek zor değil. Bu konunun siyasi boyutu mutlaka birilerine çekici gelecektir. Herkesin futbolu izlemesi adına ise olumlu birşey tabii bu, sonuçta Türkiye’de her kesimin LİG TV’yi evine alabilecek kadar bir bütçesi yok. Benzer bir karar ise Türkiye’de muhalefetin eline büyük bir koz verebilir, hem iktidarı popülistle suçlayacak, hem böylesine ekonomik zorluklar ve işsizlik yaşanan bir dönemde bu olayın bir seçim yatırımı olacağı şeklinde acımasız eleştiriler getirecek.
Futbola siyasetin iyiden iyiye karışacağı günler bizim de çok yakınımızda.
7 Ekim 2009 Çarşamba
SÜRECİN ESAS MAĞDURLARI ONLAR OLDU

Davada haklı veya haksız kim olursa olsun, futbolcuları bu duruma federasyon ve Ankaraspor Kulübü getirdi. Sonuçta davalar belki devam edecek ama, futbolcuların işi kolaylaştırılmalı. Federasyon futbolcuların arkasında durmalı. Ankaraspor' da transferlerde kolaylık göstermeli. Ayrıca şu ana kadar Ankaraspor'dan alınması gereken paralar futbolculara ödenmeli, gerekirse Federasyon da devreye girmeli bu konuda.
28 Eylül 2009 Pazartesi
TÜRKİYE’DE DE STADLARDAKİ IRKÇILIĞA ARTIK CEZA VERİLMELİ

Diyarbakır’ın özellikle Orta ve Batı Anadolu’da ve İstanbul’da deplasmana geldiği zaman yaşanan şeyler yine aynı şekilde tekrarlandı. Yine karşı tribünlerde Türk bayrakları açıldı, maç adeta bir milli maç havasına sokuldu, insanların ellerinde Bursaspor bayrakları değil Türkiye bayrakları, "ne mutlu Türküm diyene" pankartları vardı. “PKK dışarı” sloganları atıldı. Diyarbakır’da yaşanan en ufak olayı barbarlık diye manşetlere taşıyan medya ise Bursa’da olaylara karşı çok fazla tepki vermedi yine de şaşırtıcı olmayan bir şekilde.
Peki niye önlemler alınmadı? Bu olayların bu şekilde gelişeceği belliydi. Bursaspor taraftarı ve taraftar grubu Teksas, milliyetçiliği en fazla kullanan taraftar gruplardan biridir. Irkçı görüşler bu tribünlerde sıkça dillendirildi geçmişte, aynen Malatya, Trabzon ve diğer birçok ilde olduğu gibi. Bursa’da yaşananlar daha önce de Diyarbakır’ın başına geldi, bugün de geliyor, yetkililer böyle ilgisiz kaldıkça yarın da gelmeye devam edecek. Milliyetçilik ve ırkçılık artık statlarda kan döküyor.
Diyarbakırspor yönetimi daha fazla kan akmaması için yapılacak en doğru işlemin, takımı ligden çekmek olduğunu düşünüyor. “Toplumsal barış adına, ülke futbolunu sıkıntıya sokmamak adına gerekirse Diyarbakırspor’u ligden çekeriz” diyorlar ama bu doğru değil, yapılacak şey, bu olaylara karşı sağlamca durmak ve kendi tribünlerindeki aşırı milliyetçi oluşumları ve hareketleri de dikkatle izlemektir.
Bursa tribünlerindeki ırkçılık masum bir milliyetçilik değildir. Kimse bu olayları “ama biz Diyarbakırlılar provoke etti” demesin. Hiçbir tahrik ırkçılığı mazur gösteremez.
Disiplin Talimatı’nın 41. maddesi, “Irk, dil, din, etnik köken ayrımcılığı yaparak insanlık onurunu herhangi bir şekilde zedeleyen kulüpler 5 bin ile 100 bin TL arasında para cezası ile cezalandırılır. İhlalin ağırlığına göre kulübe 1 veya daha fazla müsabakayı seyircisiz oynama, saha kapatma, hükmen mağlubiyet, puan silme ve ihraç gibi ek cezalar da verilebilir” diyor. Bursaspor’a verilecek ceza, ilk adım olabilir stadlarda ırkçılığa karşı. Daha önce Levent Bıçakcı’nın başkanlığı döneminde Çanakkale Dardanel-Diyarbakır maçında yaşananlar sonrası, Disiplin Kurulu tarafından evsahibi ekibin sahası kapatılmıştı. Daha sonra Tahkim Kurulu’nun bu cezayı kaldırması tepki toplamıştı. Tarih yine tekerrür etmesin.
25 Eylül 2009 Cuma
“AMİRİM ALIN BU ARKADAŞI”

İzmir'de, tribünlerde meşale yakan, küfürlü tezahürat yapan ve olay çıkaran taraftarların tespit edilmesi için, sivil polislerin kaşkol takarak taraftarın arasına girme dönemi başladı. Uygulama kapsamında, görevli polisler, maçını takip ettikleri kulübün kaşkolunu takıp, taraftarların içine girerek maçları izleme başladı. Taraftarlar arasında bazen tezahüratlara eşlik eden, gol sevincine ortak olan kaşkollu polisler, diğer yandan da görevleri gereği yönetmeliklere aykırı davranan taraftarları tespit ediyor. Sezonun ilk haftalarında, ''meşale yakan'', ''küfürlü tezahürattabulunan'' 28 taraftar ekiplerce tespit edilerek, İl Spor Güvenlik Kurulu'na sevk edilmiş.
Bu haberi okuyunca ister istemez bazı sorular aklıma geldi. Amigolar stadda bağırmayan taraftara artık “Bağırsanıza Lan, Bağırmayan Fenerli olsun” derken iki kere mi düşünecek, çekinecek mi? Hani oldu da sivil polisin “bağırsanaa” diye omzuna bir yumruk inerse polisin sivilliği orda son bulacak mı, “amirim alın şu arkadaşı “ diyecek mi? Taraftar shop’ların yeni müdavimleri polisler mi olacak, ee malum atkılar, formalar sürekli değişiyor her yıl. “Amirim bu sezon yeni atkı forma falan lazım. 300 lira harcırah rica edeyim” diyecekler mi.
Takımın ceza aldığı maçta yani seyircisiz oynanan maçlarda polis arkadaşlar da mı ceza almış olacak, futboldan mahrum kalmış olacaklar? Sivil polisler kendilerini taraftar gruplarına daha da kabul ettirmek amacıyla deplasmanlara gidecekler mi? Taraftar gruplarının deplasmanlara gittiğinde gerçekleştirdiği yol üstü market yağmalamalarına karşı bu polislerin tepkisi ne olacak?
İşin komik yanı bir yana evet tribünde küfüre, şiddete karşı önlemler alınmalı. Ama doğru yöntem bu mu emin değilim, bir kere bu stada gelen insanların ve taraftar gruplarının üstünde paranoyak bir etki yaratabilir. Teknolojinin sunduğu imkanlar bu kadar gelişmişken, üniversite önlerine simitçi kılığında sivil polisleri yerleştirmeyi hatırlatan böyle bir yönteme çok da ihtiyaç olmadığı kanısındayım. Ne bu polisler zora girsin ne de taraftarlar stres altına girsin.
23 Eylül 2009 Çarşamba
OYSA ÇOK ŞEYİ DEĞİŞTİREBİLİRDİN ALİ GÜNEŞ

Haftasonu gerçekleşen Kasımpaşa-Galatasaray maçının 8. dakikası. Kaleciyi geçen Baros, topu boştaki Elano'nun önüne çıkarıyor. Elano'nun vuruşunda kale çizgisi üzerinde bulunan Ali Güneş, sağ tarafına doğru uzanarak topu eliyle çeliyor. Hakem İlker Meral, bu pozisyonda korner kararı verince, sarı kırmızılı futbolcuların neredeyse tamamı hakeme itirazda bulunuyor, ancak karar değişmiyor.
Maçtan sonra deneyimli oyuncu Ali Güneş, Elano'nun yaptığı aşırtma vuruşta topu kafasıyla çıkarmak için uzandığını anlattı ve ekledi ''Kafamla uzanamadığım için elle müdahale etmek zorunda kaldım. Sonuçta yalan söylemeye gerek yok. Herkesin gördüğü bir pozisyondu. Normal kurallar gereği kırmızı kart ve penaltıydı sonucu'' dedi.Hakemle topa eliyle müdahale ettiği pozisyon hakkında bir görüşme yapmadığını belirten Ali Güneş, ''Ama Arda geldi sordu. Ben de ona el olduğunu söyledim'' dedi.
Oysa ki o an, Güneş gitse hakemle konuşsa ve topa eliyle müdahale ettiğini söylese. Hem maçın gerginliğini azaltacak bir hareket olurdu bu, hem hakemin üzerine büyük baskı yönelmesine engel olurdu, hem de kendi vicdanı daha rahat olurdu. Tüm maç boyunca Güneş, o hareketinin penaltı olduğunu bile bile oynadı, bundan duyduğu rahatsızlık ve suçluluk duygusu yüzüne yansıyordu.
Maç sonrası değil o an hakemle konuşsa, pozisyonu anlatsa, sadece o maç için değil, tüm Türkiye futbolu açısından çok şey değişebilirdi. En azından benzeri pozisyonlarda başka sporculardan da Ali Güneş gibi ahlaklı davranmasını talep etme hakkımız olurdu.
16 Eylül 2009 Çarşamba
ANARŞİZMİN A’SI POTANSİYEL BİR SUÇ UNSURU MUDUR?

Pazartesi İnönü Stadı'na gelen bir UEFA temsilcisi, içinde Çarşı'nın pankartlarını, "anarşizmi" simgelediği gerekçesiyle kaldırılmasını istemiş. Çarşı'nın pankartlarını hazırlayan taraftarlar da görüşmeye katılmış ve "Sprey boyayla A harfini kapatalım" önerisinde bulunmuş. Ancak UEFA yetkilisi buna da karşı çıktı ve "Sprey boya yanıcı maddedir ve can güvenliği açısından sakıncalı" karşılığını vermiş. Böylece potansiyel suç unsuru olan pankartlar teker teker sökülerek, kapalı tribünün alt kısmında bulunan bir odada kilit altına alındı.
İngilizce olarak hazırlanan ve "No Racism" (Irkçılığa Hayır) yazılı pankart bile, UEFA yetkilisinden altında Çarşı logosu bulunduğu için vize alamadı. UEFA'nın bu uygulamasına tepki gösteren taraftarlar, "Böyle bir gerekçeyle pankartların kaldırılmasına anlam veremiyoruz. Çarşı'nın anarşizmi şiddete değil, başta ırkçılık olmak üzere statlardaki her türlü kötülük ve olumsuzluğa karşı olmaya dayanır. Aslında UEFA yetkilileri de bunu gayet iyi biliyor ama, Manchester United işin içine girince bir şey diyemiyorlar" ifadesini kullanıyor. UEFA yetkililerinin anarşizmi çok iyi bilmediği, anarşizmi bir şiddet felsefesi olarak gördükleri çok açık. Oysa ki anarşizm, her türlü otoriteye, tahakküme karşı çıkışı simgeleyen bir akım. Evet anarşist gruplar arasında da her akımda olduğu gibi şiddeti savunanlar da var ama şiddete karşı olan ve pasifist gruplar özellikle Avrupa’da anarşizmi şekillendiren gruplar.
Diğer yandan, Çarşı’nın anarşizmin A’sını benimsemesi “her şeye karşı olmak, gerektiğinde kendine bile karşı olmak” felsefesinde özetleniyor. Çarşı, bunu bir holigan şiddeti perspektifinde görmüyor. Anarşizmin A’sını kullanmayı da tüm duyarlı eylem ve davranışlarıyla hak ediyor da. UEFA’nın anarşizmin A’sı var diye Çarşı’nın pankartlarını kaldırması Avrupa açısından düşünce özgürlüğüne vurulmuş bir darbedir.
10 Eylül 2009 Perşembe
YUNANİSTAN’DA SANSÜRLÜ MAKEDONYA MAÇI

Polonya’da devam eden Avrupa Basketbol Şampiyonası’nda Yunanistan’ın Makedonya’yı 86-54 yendiği maçta, milyonlarca Yunanlı izleyici uygulanan sansür yüzünden televizyonlarda milli takımlarının rakibinin kim olduğunu bilmeden izlediler.Her ülkenin tabuları vardır.
Yunanistan’daki tabu ise Makedonya. “Makedonya Yunandır” teziyle Makedonya Cumhuriyeti’nin bu isimle uluslararası kurum ve kuruluşlarda üyeliğini yıllardır engelliyor Yunanistan. Yunanistan tüm uluslararası örgütlerde bu yönde mücadele veriyor. Yunanistan’ın bu inadı yüzünden Makedonyalı oyuncular, Avrupa Basketbol Şampiyonası’nda da Makedonya yazan forma giyemediler. Karşılaşmanın görüntülerini veren Polonya televizyonu, ekranda skorun yazıldığı karenin içinde Makedonya anlamına gelen MKD harflerini kullandı. Ancak maçı yayınlayan Yunan devlet televizyonuna telefonla yapılan yüzlerce şikayet üzerine skorun gösterildiği tabloda MKD harfleri beyaz bantla sansürlendi. Milyonlarca Yunanlı, maçın son iki periyodunu milli takımlarının kiminle oynadığını okuyamadan izledi yani.
Milliyetçilik her ülke için bir zehir ve her ülkede bu tarz saçmalıklara neden oluyor işte.
8 Eylül 2009 Salı
ANKARAGÜCÜ'NDE BUGÜN OLANLAR, ÇOK ÖNCEDEN BELLİYDİ

Seveni kadar sevmeyeni de çoktur Ankaragücü’nün. Özellikle 12 Eylül darbesi döneminde özel bir yönetmelik hazırlatılarak Kenan Evren tarafından 1.lige çıkarılması Ankaragücü'nün o dönemden beri birçok kişinin antipatisini bu kulüp üstünde yoğunlaştırdı.
Ama sevelim, sevmeyelim, yüzbinlerce taraftarı ve yüzyıllık tarihi ile Türk futbolunun önemli değerlerinden birisi bu takım.
Ankaragücü’nün ismi bu yıl önce Darius Vassell transferiyle gündeme taşındı. Şimdi ise gündemin ilk madelerinden biri. Bunun başaktörleri ise Melih Gökçek ve oğlu Ahmet Gökçek.
Elbetteki bir kentte görev yapan tüm makam sahipleri ve kentte yaşayan herkes bu kulübe destek vermeli ve sahip çıkmalıdır yeri geldiğinde. Fakat desteklemek ve sahip çıkmak başkadır, sahip olmaya çalışmak başkadır. İşte Gökçek’ler olayın “sahip olmaya çalışmak” tarafında bulunuyorlar. Kamuoyunda oluşan tepkinin ana nedeni de bu.
Bir kulüp siyasetin, ticaretin veya kişi hakimiyetlerinin dışında tutulabilmeli. Gökçek’ler ise her türlü yolu deneyerek kulübü ele geçireceklerin sinyallerini veriyorlar. Hatta ne yazık ki, tribünler bile şimdiden bağırmaya başladı “Bu taraftar seninle gurur duyuyor” diye. Bir de başarılar gelince omuzlarda gezeceğine hiç şüphe yok Gökçek’lerin. Halkın paralarını Ankaraspor’a harcayan Gökçek’lerin.
Melih Gökçek de tabii ki her zamanki uslübuyla esip gürlemiş, medyaya, federasyona. Ankaragücü’nden korkuyorsunuz, şampiyon olmamızı engellemeyeceksiniz demiş. Sert açıklamalarında ama bir doğru taraf da var Gökçek'in, Gökçek, “Gençlerbirliği-Hacettepe ilişkisine bakın. Turgay Kalemci, G.Birliği yöneticisiydi. İki kulüp aynı yerde yatıp kalkıyor. Sen Federasyon olarak neden müdahale etmedin. Kayserispor ile Kayseri Erciyes aynı ligdeydi. Şaibe o zaman yok muydu? Bir gecede adı değişti. Federasyon'un kılı kıpırdamadı” diyor.
Evet, eğer o günler, mesela Kayseri Erciyesspor skandalı yaşanırken, karşı bazı adımlar atılsa, bugün Ankaragücü’ndeki bu skandalları yaşamayacak, futbolun yüzü bu derece kirlenmeyecekti yine.
4 Eylül 2009 Cuma
NE İYİ ETTİNİZ DE GELDİNİZ ÇOCUKLAR








3 Eylül 2009 Perşembe
LİVORNO’DAN SONRA ST. PAULİ DE TÜRKİYE’YE GELİR Mİ?


St. Pauli futbol dünyasında kült bir takımdır. Taraftarlarının kararlı anti faşist tavrı vardır.
Millerntor tribünündeki skordan bağımsız neşeli ve coşkulu destek dillere destandır.
St. Pauli’nin geçmişinde esasında büyük başarılar yok. 1977'den 2002'ye dek toplam 7 sezon oynadığı Bundesliga'ya 5 kez çıkıp düştü. 2004 yılında kulüp, 3. Lig'den mahalli kümeye düşmemek için mücadele ediyordu. En kötü dönemlerinde bile seyirci ortalaması 20 binleri buluyordu St. Pauli'nin.
Almanya’nın liman kentlerinden Hamburg’da 1910 yılında kurulmuş St Pauli. Kulübün sempatizanlarının neredeyse tamamı sol görüşlü bir kitle. Bu üst kimlik, tribünlerde, ailesiyle geleni de, eşcinseli de, punkçısını da, patronunu da, işçisini de, sokakta yatanı da birleştiriyor.
St Pauli taraftarının bu kemikleşmiş kimliği 80’li yılların sonunda yaşanan bir olayla iyice pekişmiş. Takımın kalecisi Volker Ippig, bu tarihte insani yardım amacıyla iç savaşın hüküm sürdüğü Nikaragua’ya gitmiş. 1 yıl sonra dönünce taraftarın gözünde efsane olan kaleci takıma anarşist havayı da beraberinde taşımış. Tribünlerindeki, Che Guevara, Karl Marx ve Kuru Kafa posterlerinin yanı sıra metal müzik guplarından AC/DC’nin şarkısı eşliğinde sahaya çıkan St Pauli futbolcuları, Türkiyelileri hedef alan Solingen Katliamı’nın ardından da Türkçe yazılmış, “Faşistleri s..tir edin, biz hepimiz kardeşiz!” pankartı taşımışlardı.
Takım 3. Lig’de kümede kalma mücadelesi verirken, Almanya çapında “St Pauli’yi kurtaralım” yardım kampanyası başlamış. Bu kampanya kapsamında 140 binden fazla tişört satılırken, 900 bin avro gelir elde edilmş. St Pauli’de Almanya’nın diğer kulüplerinde olduğu gibi çok sayıda Türkiyeli futbolcu da forma giydi. Fenerbahçeli Deniz Barış ve Beşiktaşlı Uğur İnceman, bu kulübün havasını soluyanların başında geliyor.