29 Ağustos 2009 Cumartesi

BU GENELGE BENİ ÖZGÜRLÜKLER AÇISINDAN ENDİŞELERE SEVK EDİYOR




Bu hafta içinde bir genelge yayınlandı. Spor karşılaşmalarının yapılacağı stat ve salonlar ile çevrelerine ideolojik, ırkçı pankart ve dövizlerin asılması yasaklandı. Mevzuatta aksine hüküm bulunmaması dolayısıyla özel güvenlik güçlerinin de stadyum girişlerinde elle arama yapmalarına olanak sağlanıyor. İçişleri Bakanı Beşir Atalay, "Spor Müsabakalarının Güvenliği" ile ilgili valiliklere bir genelge göndererek spor karşılaşmalarının risk analizinin yapılmasını ve ona göre tedbir alınmasını istedi.

Genelgede "Seyirciler stada alınmaya başlamadan yetkililerin katılımıyla, mahkeme kararıyla stat içindeki spor derneklerinin ve diğer kurumlara ait yerler dahil tüm bölümlerde, kapalı yerlerde, yasak madde araması yapılarak, konusu suç teşkil eden ideolojik, ırkçı pankart, döviz ve benzeri materyallerin stadyuma ve çevresine asılmasına izin verilmemesi" isteniyor.

Bu genelgenin içeriği beni derin endişelere sevk etti ister istemez. Özellikle ideolojik pankart yasak maddesi. Pankartın ideolojik içeriğini kim belirleyecek, ne kadar ideolojik olup olmadığına kim karar verecek. Bu madde, örneğin İnönü Stadyumu’nda Çarşı Grubu’nun zaman zaman tribünlerde astığı "Che"li pankartlarının durumunu nasıl etkileyecek. Che Guevara’lı bir pankart ideolojik bir pankart mı olacak. Tabii aynı şey, diğer liderler veya siyasi simgelerin göründüğü pankartlarla da ilintili. Che sadece bir örnek.

Tam genelgelerin yayınlandığı günlere de ironik olarak bir pankart olayı damgasını vurdu. Bir fotoğraf. Diyarbakır’da çekilmiş. Fenerbahçe taraftarı iki genç. Ellerinde sarı bir kartona. Amatörce birşeyler yazmışlar, estetiğine çok da dikkat etmeden. Ercişli Genç Fenerbahçeliler’den iki taraftar. Mesajları “Bu açılımda biz de varız”. Bir kalp çizip yanlarına Fenerbahçe ve Diyarbakırspor da yazmışlar. Birbirinden hoşlanmayan iki takımın ismi yanyana. Ve en altta ‘seni seviyorum aşkım’ yazısı.

Pankartın açılmasını sonrası yaşananlar ise hiçbir Türkiye vatandaşı için şaşırtıcı olamaz sanırım. Polis daha maç başlamadan o pankartı apar topar kaldırıyor. İbrahim Altınsay, her zamanki gibi yazısında yine çok çarpıcı ve doğru bir cümle sarfetmiş konuyla ilgili: “Siz de Diyarbakırspor-Fenerbahçe maçında olanlardan rahatsız mı oldunuz? Bölgede ve ülkede barış ve özgürlük mü istiyorsunuz? O pankartı kaldırtan kafayı bulun, pankartı kaldırmasının hesabını sorun.”

Bu pankartın kaldırılması, bu genelgeyle birlikte yaşanacakların ilk sinyallerini veriyor sanki, ne dersiniz?




28 Ağustos 2009 Cuma

TAM YÜREKLERİN ÜZERİNDE. JESSE OWENS ANISINA




Berlin’de düzenlenen Dünya Atletizm Şampiyonası’na yine damgasını insan üstü performansıyla Usain Bolt vurdu. Tüm dünyada medyada haberler onun ismiyle ve başarısıyla doldu taştı.

Şampiyonada geri planda kalan görüntüler de oldu. Örneğin, tüm Amerikalı atletler Berlin’deki yarışlara göğüslerinde JO sticker'larıyla çıktılar, Jesse Owens'ın şimdi yarıştıkları Berlin Olimpiyat Stadı'nda Hitler'e verdiği dersi bir kez daha hatırlattılar. Jesse Owens kim mi, kısaca hatırlayalım.

Yıl 1936. Sıcak mı sıcak bir Ağustos günü. Berlin’de Olimpiyat Stadı’nı dolduran seyirciler ari ırkın başarısını izleyeceğinden eminim. Adolf Hitler de öyle. Adolf Hitler, 1. Dünya Savaşından sonra büyük bir yıkım içine giren Almanya'yı, Büyük Almanya rüyasıyla ayağa kaldırmaya çalışıyor. Bunun için her türlü yolu denerken, ari ırkın başarısını tüm dünyaya göstermek için sporu bir propaganda aracı olarak görüyor.

Ancak o sıcak Ağustos gününde yaşanacak olay stadda bulunan seyirciler ve Hitler için soğuk bir duş etkisi yaratıyor. Jesse Owens isimli Afro-Amerikan kökenli bir genç henüz kendi ülkesinde bile kendi renginden dolayı saygı görmezken 45 dakika içinde büyük başarılara imza atıyor. Adını atletizm dünyasına altın harflerle yazdıracaktı. Jesse Owens 45 dakika içinde 100 metre, 200metre, 4x100 bayrak ve uzun atlama yarışlarında rekorlar kırarak birinci oluyor. 100 metreyi 10.3 saniyede koşarak mevcut rekoru egale ediyor. 200 metrede ise 20.7 saniyelik derecesiyle dünya rekoru kırıyor
Tam 73 sene sonra yine Ağustos günlerinde yine Berlin Olimpiyat Stadı’nda. Farklı olan ise, ırkçılık bu kez lanetleniyor.

TRİBÜNLERDEN MANZARALAR






Adanademirspor taraftarları Türkiye'nin en renkli, ateşli, asi ve duyarlı taraftarları arasında. İşte yeni sezonda Adanademirspor'a tribünlerde eşlik edecek birkaç pankart çalışması.Fotolar http://demirgibiyiz.blogspot.com 'dan

24 Ağustos 2009 Pazartesi

İSA’A AİT OLANLAR SPORCULAR BU DÜNYA KUPASI’NDA NE YAPACAK?




Bugünlerde dünya spor gündeminin ilk maddelerinden biri din konusu. 2010’da Güney Afrika’da düzenlenecek Dünya Kupası’na katılacak takımların futbolcularının maç öncesi ve sonrasında saha içinde dua etmelerinin FIFA tarafından yasaklanmak istendiği söyleniyor.
İspanyol basınına göre, FIFA Başkanı Joseph Blatter “Dünya Kupası’nı kazanmak tanrısal değil, takımla ilgili bir meseledir” demiş ve Güney Afrika’daki Dünya Kupası süresince hangi dine ait olursa olsun takımların dua etmelerinin yasaklanması konusunda çalışmaların başlatıldığı ifade etmiş. FIFA’nın sadece dua konusunda değil, futbolcuların formalarının altına dinsel içerikli mesaj veren tişört giymelerine de yasak getireceği belirtiliyor.


İki hafta önce Kayseri’deki Kayserispor-Gaziantepspor maçında rakip takımın Brezilyalı oyuncusu Beto, golden sonra formasını başına geçirmişti. Formasının altındaki tişörtte ise “I Belong To Jesus-Ben İsa’ya aitim” yazıyordu. Tabii formasının altına mesaj veren bir tişört giydi diye sarı kartı görüverdi hemen. Bu konunun piri ise kesinlikle Kaka. Bu transfer sezonunda Madrid’in yolunu tutan yıldız oyuncu, özellikle rating’i yüksek lig veya uluslararası maçlarda, İsa’ya olan sevgisini tişörtleriyle tüm dünyaya haykırıyordu. Hatta son Konfederasyon Kupası Finali’nde tüm takım arkadaşlarıyla mesajlı tişörtlerinin yanında, saha içinde küçük bir ayin bile düzenlenmişlerdi.


Brezilyalı futbolcuların büyük bir çoğunluğu Pentekostal Tarikatı’nın çatıları altında 100 kadar Brezilyalı sporcu tarafından kurulan “İsa’nın Sporcuları”(Atletas de Cristo) yapılanmasının içinde. İsa’nın vücutlarına kutsal ruh olarak girdiğini ve onların eksiklerini kapatarak komplike sporcular olmalarını sağladığını düşünüyorlar. 35 milyon evanjeliğin yaşadığı Brezilya’da bu sayı her yıl düzenli olarak 2 milyon artıyor. Bu sayının ise %70’i Pentekostal Tarikatı’na katılıyor. Bu tarikat, “İsa’nın Sporcuları” kanalıyla hem içeride hem dışarıde güçlü bir propaganda yürütüyor. Sporcular, Pentekostal Tarikatı’na her yıl kazançlarının 1/10’unu veriyorlar. Türkiye’ye gelen Brezilyalı futbolcuların da büyük bölümü “İsa’nın Sporcuları”ndan oluyor çünkü bu oyuncuların özellikle gece hayatı konusunda sorun çıkarmayacağı düşünülüyor. Gaziantepspor’lu Beto, Fenerbahçe’li Alex, Deivid, eski Fenerbahçeli Luciano, yine eski Galatasaray’lı Taffarel ilk planda akla gelen isimler bu oluşumdan. Bu oyuncuların birçoğu inançları sebebiyle evlenene kadar bekaretlerini de koruyorlar.


Diğer yandan hem sporcuların hem de birçok Hiristiyan çevrenin FIFA’nın yasaklama girişimlerine karşı çıktığı belirtiliyor. Önümüzdeki günlerde özellikle futbol dünyasında dini içerikli sert tartışmalar yaşanabilir. Hatta bu tartışmalar zaten laikliğin çok hassas bir konu olduğu ve yanlış anlaşılıp yanlış yaşanan bir ülke olduğu Türkiye'de de spor dünyasını etkileyecektir.


Esasında tartışmalar, laikliğin ne olduğu, ne olmadığı, ne olması gerektiği üzerinde başlıyor ve devam ediyor. Dini mesajların, simgelerin kamusal alanda ne kadar görünür olabileceği işin diğer bir boyutu. Özgürlük boyutundan bakınca ise evet herkesin başkasına zarar vermedikçe kendi inancı, inançsızlığını, fikrini, duygularını yaşama ve yansıtma özgürlüğü bulunuyor. Belki Kaka ve arkadaşlarının içinde olduğu oluşumu veya Emre’nin secdeye yatmalarını ya da Bülent Uygun’un asker selamı verişini ya da Lucarelli’nin Livorno tribünlerine karşı sol yumruğu havaya kaldırmasını beğenmeyenler olabilir. Evet, ben de Kaka’nın yaptıklarını fazla propagandist buluyorum, evet komutanlara militarist içerikli şiirler yazan, “İstanbul’da Laila, Sivas’ta la ilahe illallah” var diyen Uygun’un asker selamlarını sovenistçe buluyorum, ever Emre’nin secdeye yatmaları beni rahatsız ediyor, ya da fikirlerime yakın olduğu Lucarelli’nin sol yumruğu beni heyecanlandırıyor. Ama işte sorun da burada. Benim hoşlandığımdan başkası hoşlanmayabilir, başkasının hoşlandığından ise ben hoşlanmayabilirim. Bunun kriterleri kime göre belirlenecek. Tüm siyasi içerikli mesaj vermelerin yasaklanması fazla tektipçi ve köktenci bir çözüm önerisi gibi görünüyor.





21 Ağustos 2009 Cuma

LİGLERDE TAKIMI BULUNMAYAN TEK İLİN DE ARTIK BİR TAKIMI OLACAK: DERSİMSPOR



Bu hafta içinde bir grup Tuncelili genç ve yine Tuncelili işadamı, Tunceli Valisi Mustafa Taşkesen'i makamında ziyaret ederek, Dersimspor Kulübü’nü kurmak isteklerini iletti. Vali Taşkesen, gençlerin yardım isteğini kabul etmiş ve ardından kulübün kurulması için harekete geçmiş. Türkiye'deki profesyonel ve amatör liglerde futbol takımı bulunmayan tek il olan Tunceli. Doğunun bu güzel ve aydınlık şehri şimdilerde Dersimspor'u kurarak 3'ncü lig hesapları yapmaya başlamış gibi gözüküyor. En son 1990 yılında 3'üncü ligde temsil edilen Tunceli 19 yıldır liglere hasret.


Bu talebi Vali’ye atanlar belli ki son günlerde Kürt açılımı ile ilgili gelişmeler sonrası oluşan ılımlı havadan cesaret aldılar. Çünkü 29 Mart yerel seçimleri öncesinde kentteki billboardlara belediye tarafından asılan reklam afişlerinin altına Dersim Belediyesi yazılması nedeniyle mahkeme, "Dersim ismi kullanılarak örgüt propagandası yapılıyor" diyerek mahkeme kararıyla afişleri toplatmıştı.

Valiyi ziyaret eden Sinan Tutuman, siyasi alandaki olumlu havanın sporu da etkilediğini söyledi. Tutuman, "Dersim isminin buraya taşınması bizim için onurlu bir gelişmedir. Dışarıda yaşayan Tunceliler, bu isimden dolayı bize destek olacaktır. Kısa sürede takımı kurup 3'ncü lige çıkaracağımızdan eminim" diyor. Dersimspor gerçekten de hem içerideki halkın hem de şehir dışındaki Dersimlilerin desteğini toplayacaktır. Ayrıca bu takıma sempati duyacak birçok başka takım taraftarı da olacaktır. Yolun açık olsun şimdiden Dersimspor.

Bu arada şu bilgiyi de verelim; Dersim, Tunceli’nin eski adı. Türkiye'de, 1910'ların başından beri yapılan çalışmalar sonucu Kürtçe, Ermenice, Rumca, Lazca, Süryanice, Arapça, Gürcüce, Çerkezce toplam 28 bin yer ismi Türkçeleştirildi. Bu yerlerden birisi de Dersim. 1938'de yapılan katliam öncesi Dersim adı, dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın teklifi üzerine ‘Tunceli’ olarak kabul görmüş, ardından 25 Aralık 1935 tarihinde özel ‘Tunceli Kanunu’ çıkarılarak Tunceli adı resmileşmişti.

20 Ağustos 2009 Perşembe

LİVORNO ADANA’YA GELİYOR



Endüstriyel futbola karşı olanların sembol takımlarından biridir Livorno. İtalyan liginde belki zirveye oynamıyorlar, küme düşüp tekrar çıktıkları çok oluyor ama her daim destekçileri yanında tüm dünyada Livorno’nun.

Livorno futbol takımı solcu taraftarları ile biliniyor. Şehir olarak Toscana bölgesinde, Pisa'nın hemen batısında deniz kıyısında bir liman şehri Livorno. Haliyle futbol takımı da ağırlıklı olarak liman işçilerinin takımı olma özelliğinde . İkinci ligden birinci lige çıktıkları zaman kutlamalarda neofaşist parti bürosunu tahrip eden Livorno taraftarı, bütün maçlarda oraklı çekiçli, Che’li bayraklar açıyorlar. Livorno’nun Berlusconi’nin Milan’ı ve ırkçı taraftar grubuyla bilinen Lazio ile maçları maçtan çok adeta bir ideoloji savaşına dönüşüyor tribünlerde.

İşte bu güzel takım, Adanademirspor ile bir dostluk maçı için büyk bir terslik olmazsa 4 Eylül'de Adana'ya gelecek. Taraftarlarının "Halkın takımı" olarak nitelendirdikleri Adana Demirspor’un taraftar grubu uzun süredir Livorno’yu Adana’da görmek istiyordu. Sonunda istedikleri gerçekleşiyor.

Livorno ve Adanademirspor’un dostluk maçını, görüntülerini merakla bekliyoruz. Gün gelip iki takımın, mesela bir Avrupa Ligi maçında da karşılaşabilmesi dileğiyle.

TRİBÜNLERDEN MANZARALAR



Bloğumda sık sık Türkiye'den ve dünyadan spor sahalarından, stadyumlardan şiddet içermeyen güzel görüntüleri paylaşacağım. Sadece büyük takımların tribünlerinden de değil, sadece büyük şehirlerden de değil. Özellikle Türkiye'de ana akım medya sadece İstanbul takımlarının tribünlerini görüyor, ama her hafta Türkiye'nin dört bir yanında çok güzel taraftar ve tribün manzaraları yaşanabiliyor. İşte onlardan ikisi, birincisi Eskişehirspor'un muhteşem tribün şovu. Diğeri de eski günlerine ve yerine dönmesini özlemle beklediğimiz Göztepe'nin bir maçından anlamlı bir pankart.

GOLDEN SONRA FORMADA ARMAYI ÖPMEK İSTESEN, ARMAYI UZUN UZUN ARARSIN




Türkiye Ligi'nde formaların arka üst kısmına isim yerine reklamların gelmesine içerleyenlerin sayısı hiç de az değil. Özellikle Galatasaray ve Fenerbahçe taraftarları arasında formanın arkasında kocaman Ülker yazmasından rahatsız olunuyor. Beşiktaş, bu konuda farklı bir yaklaşım gösterdi, arkaya Kızılay'ın logosunu yetiştirdi, ama sosyal sorumlulukçu anlayış paraya yenilir mi kısa veya orta vadede Demirören nezdinde, bekleyip göreceğiz.
Ben de hak veriyorum rahatsızlık duyulmasına. Tamam sporun ve özellikle de futbolun ticari bir boyutu var, bunu yadsımak imkansız. Ama formaların bir ilan panosuna dönmesi de beni rahatsız ediyor.

Avrupa’da özellikle Hollanda’da futbolda, basketbolda formasının arkasının, önüne, üstüne, altına reklam alan takımlar var ama bunun gibisini de görmemiştim. Bu formayı görünce halimize şükredelim dedim. Bu bol yazılı logolu renkli forma Kolombiya ligi takımlarından Atletico Huila'nın forması. Önde 4, arkada 3 ayrı reklam. Bu takımın reklamdan ettiği geliri merak ediyorum.

PEMBE FORMALI TAKIM İSTİYORUZ


Bu foto günlerdir özellikle Facebook’da dolaşan bir foto. Bir arkadaş oturmuş bilgisayarının başına, Galatasaray’ın mor formasıyla dalga geçmek için bu formayı çiziktirmiş.

Türkiye’de (esasında dünyanın her yerinde) futbol erkek egemen bir spor dalı. Ataerkil yapının yeniden ve yeniden üretildiği, bunun en büyük dayanağın da erkek egemen dil ve bakış açısı olduğu bir platform. Bu eril dil sorgulanmıyor, kadınlar tarafından da içselleştiriyor. Her zaman solun ve de feministlerin futbol arenasına ilgi duymaları gerektiğini düşündüm. Çünkü aşırı milliyetçi, ataerkil, hoşgörünün tabana vurduğu bir meydanı rakiplerine bırakmamalılar. Onu dönüştürmek için çalışmalılar, en azından bunun için uğraşanlara destek vermeliler.

Elif Şafak’ın “Aşk” kitabını pembe kapaklı diye almayan bir ülkede, rakip takımın renkli formalarıyla dalga geçenlerin olması çok normal. Ben pembe forması olan bir takımın Türkiye’de düşeceği durumu düşünmek bile istemiyorum. Ama bunu hayal ediyorum.

Evet pembe bir formayla sahaya çıkan bir futbol takımı istiyorum ben. Hatta kendi takımım Beşiktaş bunu yapsın istiyorum.

O meşhur hakem tezahüratını yapmayan, ayrımcılık yapmayan, her cinse eşit yaklaşan taraftar grubu olsun. Şeref tribünlerinde küfreden erkek başkanları olmayan bir takım. Tribünlerinde edilen her küfrün kadınlara aşağılayan küfürler olmadığı bir tribün istiyorum.Pembe formalar giyinmiş.

Çok şey istiyorum biliyorum.

İSTERSEN İNGİLTERE’DEN 6 YESİN TAKIMIN MARADONA, NE YAZAR, HER DAİM GÖNLÜMÜZÜN TEKNİK DİREKTÖRÜSÜN


Geçen haftanın en fazla akılda kalan görüntülerinden birisi yukarıdaki fotoğtaftı. Rusya deplasmanında Arjantin'in 3-2 kazandığı maçın 59. dakikasında takımını 3-1 öne geçiren Jesus Datolo'nun kenara koşup teknik direktörü Maradona ile sevincini paylaşması tüm dünya medyasında kendine yer buldı.

Bu sarmaş dolaş tablo benim hoşuma gitti. Belki “ne oluyor Maradona, dünya şampiyonu mu oldun, ne bu sevinç” diyenler çıkabilir, belki spor sahasında teknik adamla sporcu arasında hep bir mesafe olması gerektiğine inananlar olabilir.

Evet bazen sporcunla yapılan bu tür sevinç gösterileri ve çok içli dışlılık takıma zarar verebilir. Ama böyle bir görüntü bana alabildiğine samimi, içten geliyor. Bilmem, belki de gol attığında yanındaki yardımcısına yumruk atarak sevinen bir milli takım teknik direktörünün olduğu bir kültürden gelmem yüzünden bu fotoğraf hoşuma gitmiştir.

MERHABA

.........