31 Aralık 2009 Perşembe

MUTLU YILLAR


Yeni yılda spor sahaları gökkuşağı kadar renkli olsun.

30 Aralık 2009 Çarşamba

SPOR-SEN SAHALARA İNİYOR




Türkiye Spor Emekçileri Sendikası (Spor-Sen, İstanbul Tabip Odası'nda düzenlediği basın toplantısında kuruluşunu duyurdu. Yıllarca muhalif kimliğiyle futbolda sendika mücadelesi veren Metin Kurt basın bildirgesini okuyan isim oldu.

Toplantıda sol düşüncenin, sporda bir türlü mücadele stratejisi ve taktiği yaratamadığını belirten Kurt, "İşçi sınıfı, hak ve özgürlükler savaşımını spor arenalarında da vermek istiyorsa, öncelikle bu alanı içten kavramalıdır. Unutulmamalıdır ki, spor gerçeğine giden yol, spordaki sonuçları tartışmaktan, yorumlamaktan değil sporu sorgulamaktan geçmektedir" dedi. Özel sektörden, kamu kesimine kadar geniş bir yelpazede desteklenen 'spor'un Türkiye'de de başka çok az ülkede olduğu gibi politikanın içene çekildiğine işaret eden Kurt, başta yerel yönetimler olmak üzere özel sektörler dahil hepsinin doğrudan politik olarak var olduklarını belirtti.

Kurt, sözlerini şöyle sürdürdü: "Türkiye'deki sermaye kuruluşları sosyal hizmet görüntüsü altında aslında bol bol reklamlarını yapmakta ve sporun artık dillere pelesenk olan apolitizasyon sürecini destekleme işlevini öne çıkartmaktadırlar. Onca sosyal hizmet alanı dururken spora yapılan yatırımlar büyük sermaye açısından rasyoneldir. Sol şimdi bu alana gecikmeden gerekli önem ve ilgiyi vermeli, örgütsel pratikleri hayata geçirmelidir. Sol artık sözünü ettiğimiz ilkeler doğrultusunda sessizliğini bozmalı, ayağa kakmalı sporda da göreve başlamalıdır”.


Metin Kurt, Spor-Sen’in amaçlarını şu şekilde açıklıyor: "Kurulmamış spor yapılarında çalışan emekçilerin ekonomik, demokratik ve sosyal haklarını savunmak, geliştirmek ve güvence altına almak doğrultusunda, Spor İş Yasası'nın çıkartılmasının sağlanması hedefiyle, uluslararası işçi sınıfının bir parçası olarak tüm gücüyle mücadele etmeyi temel amaç ilan eder."

Spor-Sen şu an herhangi bir örgüte bağlı değil ancak büyük ölçüde DİSK'e bağlanacak.


Spor-Sen'in temel ilkelerinden bazıları şöyle;

1.Uluslararası alanda barış ve karşılıklı eşit haklı çıkarlara dayalı, kaba kuvvetin dışlandığı ilişkilerin kurulması ve geliştirilmesi,
2.Ülke toplumsal yaşamının her alanında hukukun üstünlüğüne, insan haklarına, temel hak ve özgürlüklere ve çağdaş demokratik ilkelere tam uyumun sağlanması,
3.İşçilerin ekonomik ve sosyal hakları ve çalışma koşullarının geliştirilmesi,
4.Spor, sosyal alan içinde bir eylem biçimi olarak ele alınmalıdır. Sporcularda bu sosyal alanın içinde değerlendirilmelidir.
5.Çalışma (emek) ile spor karşılaştırıldığında sporun bir iş kolu, sporcunun da emekçi olduğunun gerçeği ortaya çıkmaktadır. Oyun amacı kendinde olan, dış bir amaca hizmet etmeyen bir eylem biçimidir. Çalışma (iş)yaşamımızı devam ettirmek için sürdürülmesi gereken sürekli bir çabadır.
6.Özel olarak kadın, genç ve çocuk spor işçilerinin sorunlarıyla ilgili bilimsel araştırmalar yapar, yaptırır, geçmişte bu amaca yönelik yapılmış araştırmalardan yararlanır, ayrıca bu amaçları geliştirmek için; araştırma enstitüsü ve buna benzer birimler, mesleki dallarda işlikler kurar. Yapılan araştırmaların sonuçlarına göre gerekli çözümler üretilir. Bu doğrultuda çalışarak, yetkili merciler ve kamuoyu nezdinde gerekli girişimlerde bulunur. Özellikle kadın sporcuların sendikal mücadelede yer almaları için gerekli hür türlü düzenlemeleri ve kolaylığı kadın sporculara sağlar.

FUTBOL SEVDALILARINA YILBAŞINDA HEDİYE EDİLEBİLECEK ÜÇ GÜZEL KİTAP







Yılbaşında eğer futbolu çok seven ama aynı zamanda futbolu içi boş tartışmaların ötesinde okumayı seven arkadaşlarınız veya sevdikleriniz varsa, onlara yeni yıl hediyesi olabilecek üç iyi kitap var raflarda.

Birincisi İslam Çupi’nden “Mağlubu Anlamak”. İslam Çupi’nin 50’li yıllardan 80’li yıllara kadar yazdığı yazılardan leziz bir derleme. Her biri drama tadındaki maç hikâyeleri, dönemin spor yıldızlarının ve parlayan takımlarının portreleri, dünya futboluna dair gözlemler. Futbol ve spor ortamı hakkında taşlamalar. Ve tabii eski İstanbul sahneleri.


İkinci kitap Türkiye futbol dünyasının aykırı ismi, sosyalist futbolcu Metin Kurt’un hayatının anlatıldığı 'Gladyatör'. Everest Yayınları’ndan çıkan ve Vecdi Çıracıoğlu tarafından kaleme alınan kitapta futbol dünyasının en özel isimlerinden hikâyesi anlatılıyor. "Futbolu oyun olarak severiz ancak bugün kullanılış şekliyle sevmemiz kendi kalemize gol atmak anlamındadır. Devrimciler hiç bir zaman spora karşı olmadı. Sporun içinde her zaman yer aldılar ama her zaman yanlış tarafta yer aldılar" diyen Metin Kurt’un hikayesi var bu kitapta, mücadelesi, direnci. Kurt'un futbol oynadığı dönemde, futbolcuların haklarını almak ve korumak için söylediği, sendika sözcüğü ve sosyalist söylemler tehlikeli bulundu. Futbolcu arkadaşlarını greve götürdüğü gerekçesiyle, hakları gasp edilerek Galatasaray'dan uzaklaştırıldı. Anadolu’ya Kayserispor’a adeta sürülen Kurt, tüm futbol dünyası tarafından aforoz edildi. Bütün suçu, Avrupalı futbolcuların bugün kullandığı hakları bundan 30 yıl önce dile getirmesiydi.
Üçüncü kitap ise gazeteci yazar Tarkan Kaynar’dan “Futbol Bukalemunları”. Hasan Vezir'in kaçırılmasından, son olarak Mehmet Topuz'un ortalığı karıştıran transferine kadar birçok olayın perde arkasını 'Futbolun Bukalemunları' adlı kitabında derlemiş Kaynar. Her daim yüzde bir tebessümle okunacak bir kitap.


Yeni Yılınız Kutlu Olsun. Yeni yılda spor dünyasına barış, anlayış, direnç ve emeğe saygı hakim olsun.

28 Aralık 2009 Pazartesi

BİZDEN BU KADAR



2. Lig B kategorisi 3. Grup'ta mücadele eden Erzurumspor, dün evinde 1-0 mağlup olduğu Trabzon Karadenizspor maçında ilginç bir eyleme soyundu. Türkiye'de sporcuların bu tarz eylemler gerçekleştirmesine çok da alışık değilizdir.


Mavi-Beyazlı oyuncular, ücretlerini alamadıkları gerekçesiyle hem maç içinde, hem de maçtan sonra protesto eylemi yaptı. Başlama düdüğüyle birlikte bir dakika yerlerinden kımıldamayan Erzurumsporlular’a, rakip takım futbolcuları da destek verdi ve topu kendi aralarında paslaştı. Maç sonrasında da ev sahibi takım oyuncuları, üzerinde ‘Bizden bu kadar’ yazılı pankartı açtı.


Karşılaşma sonrası kaptan Emin, Aykan ve Umut, gönüllü olarak tek bir kuruş almadan ilk yarı sonuna kadar mücadele ettiklerini belirterek, yaşanan ilgisizlik karşısında ikinci yarı maçlarına çıkmayacaklarını söyledi. Yaşananların üzüntü verici olduğunu dile getiren futbolculardan Savaş Turan, “Bizden bu kadar. Artık Erzurumspor defteri kapanmıştır. Bugüne kadar cebimizden para harcayıp maçlara çıktık. Bizlere destek veren az sayıda taraftarlarımıza teşekkür ediyoruz” dedi.




25 Aralık 2009 Cuma

PANKARTLARIN DİLİ - 2



Göztepeli taraftarlar yaradana isyan eder haldeler. Niye özledikleri o güzel günler bir türlü geri gelmiyor diye.

NE GÜZEL TAKIMIMIZDIN TOFAŞ SAS




Geçtiğimiz haftalarda Tofaş’ın Darüşşafaka ile oynadığı Beko Basketbol Ligi maçına denk geldim televizyonda. İki hafta önce Efes Pilsen- Rytas Euroleague maçını tribünden izlerken hissettiğim duyguları bir kez daha yaşadığımı farkettim. Evet Türkiye’de basketbolda artık yatırımlar daha büyük, yapılanmalar daha profesyonel, daha çok para dönüyor basketbol işinde ama çoktandır eski tad yok basketbol parkelerinde.

Yaklaşık bir 10 yıl öncesi. Abdi İpekçi Spor Salonu’nda oynanan Euroleague maçlarında iğne atsan yere düşmeyecek kalabalıklar. Naumoski’ler, Ufuk Sarıca’lar, Murat Evliyaoğlu’ları. Her yıl Final Four’un özlemle beklenmesi. Hep ucundan dönülen büyük zaferler. Deplasmanda kazanılan Avrupa Kupası maçları sonrası yaşanan büyük çoşkular. Henry Turner’lar, David Rivers’lar, Rashard Griffith’ler. Efes Pilsen’in, Tofaş’ın, Beşiktaş’ın, PTT’nin, Fenerbahçe’nin, Kombassan Konya’nın, Kayseri Meysu’nun..vb herhangi bir Avrupa Kupası maçında bile hınca hınç dolan salonlar.

Bir nostalji duygusundan öte hissettiklerim. Yapılan onca yatırıma rağmen başarının gelmemesinde o esiki ruhun, çoşkunun, heyecanın kaybolmasının da payı var mı diye düşünmem. Rakoçeviç’ler, Nachbar’lar ligimizde evet ama Efes Pilsen’in, Tofaş’ın o efsane kadrolarındaki uyum, birliktelik çok uzun yıllardır takımlarımızda yok. Beşiktaş efsane kadrolardan birine Ergin Ataman yönetiminde iki yıl önceki kadrosuyla yakınlaşmıştı ama yönetim hataları bunun önüne geçti.

Tofaş’ın Koraç Kupası’nda final oynayan, ligde bütün kupaları süpürdüğü bir kadroları vardı hatırlar mısınız, çok değil 8-10 yıl önce. Ve bir de David Rivers.

Tofaş SAS, 1996/1997 sezonunda ise finale kaldığı Avrupa Koraç Kupası'nı finali'de Yunanistan'ın Aris takımına kaptırıyordu. Kadrosu şöyleydi: “Cüneyt Erden, Ertugrul Guler, Steven Rogers, Levent Topsakal, Şemsettin Baş, Samir Avdic, Tayfun Kuyan, Tolga Öngören, Polat Kocaoğlu, Murat Konuk, Serdar Çağlan, Vladan Alanovic, Rashard Griiffith"1998-1999 Sezonu Türkiye Şampiyonluğuna ulaşan Tofaş tarihinin ilk Türkiye 1. Lig Şampiyonluğuna da ulaşmış oluyordu. 1999 Cumhurbaşkanlığı Kupası final maçında Efes Pilsen’i devirerek bu kupayı da tarihinde ilk kez kazanmış, 1999-2000 Sezonunu da şampiyon olarak kapatarak yeni çağa şampiyon olarak giriyordu.

"Steven Rogers, Serkan Erdoğan, Murat Konuk, Asim Pars Pascanovic, Slaven Rimac, Mehmet Okur, Cüneyt Erden, Rashard Griffith, David Rivers, Alper Yilmaz, Huseyin Demiral" İşte o efsane kadro. Şu an yaşı 30’larda gezen ama o dönem basketbolu izleyen herkesin aklında yer etmiş kadro.
2000-2001 sezonuna girerken idari bir kararla profesyonel yarışmalardan çekilen Tofaş alt yapı faaliyetlerine döndü. Ersin Taş’ ın emekli olarak Tofaş’ tan ayrılmasını takiben 2001 yılının Şubat ayında yapılan kongrede Kulüp Başkanlığına Efe Aydan getirildi. Çeşitli illerde basketbol okulları açtı Tofaş. Birinci lige çıktı indi çıktı indi ama hep iddiasızdı. Aynen bu yıl olduğu gibi.

Tofaş diyince akla Efe Aydan ile birlikte ilk gelen isim kesinlikle David Rivers’dır herhalde. NBA’de tutunamayınca ilk olarak Fransa Liginde oynayan Rivers 1995 yılında Antibes’le Fransa şampiyonluğu yaşar. Daha sonra Yunanistan’ın köklü kulüplerinden Olympiakos’a transfer olur. Rivers 1996 yılında İstanbul’da düzenlenen Eurostars’da MVP kristal oyuncu ödülünü kazanır. 1997 yılında Eurolegue Şampiyonluğu ve Euroleague MVP ödülünü kazanır. Oynadığı her takımda başarılı olan Rivers’ın belki de tek istisnası Team System Bologna macerasıdır. Yıldızlarla dolu bir takım olmasına rağmen o yıl başarılı olamamıştır Team System Bologna.Team System’ın ardından 33 yaşında Türkiye’ye gelerek Tofaş forması giyer. Ve belki de birçok kişinin Tofaş taraftarı olmasını sağlar. 33 yaşında olmasına rağmen Tofaş’ta harika sezonlar ve maçlar çıkarır.

Tofaş’ın maçını izlerken aklıma ister istemez Rivers geldi. Steven Rogers geldi, Murat Konuk geldi. Evet altyapıdaki çabaları takdire değer ama Tofaş’ın üst ligdeki bu iddiasız hali Türkiye ve Bursa basketbolunda bir eksiklik yaratıyor.

24 Aralık 2009 Perşembe

PANKARTLARIN DİLİ - 1


Sol'Bek'in bu bölümünde çok şey anlatan ve söyleyen pankartlara yer vereceğim. İşte onlardan ilki. Altay taraftarlarının hazırladığı bir pankart.


"Tek Başına Kalsan da Bu Alçak Düzende, Yılmayıp Direneceksin Tüm Haksızlıklara, Onurunla Kalacaksın Dimdik Ayakta,Şampiyonluk Zaten Senin Ruhunda"

STAY WİTH US HARRY





Bazı oyuncular çok sevilir. Bazı oyuncular taraftarın yüreğinde farklı bir yer edinir. Bazı oyuncular için rakip takım taraftarları bile saygı duyar, kendi takımına da yakıştırır, kendi sevdalı olduğu renklerdeki formanın içinde hayal eder onu. Tek futbolları değildir taraftarların bu derece sevmelerini sebebi onu. Duruşu, gülüşü, sakinliği, bazen hırçınlığı, bazen isyankarlığı, bazen liderliği. Bunlar ve benzeri birçok özellik.


Birçok oyuncu var. Düşününce aklıma gelen örneklerden biri de Stefan Kuntz. Kaiserslautern'den ayrılırken onun için ağlayan taraftarlar gözümün önüne geliyor. Beşiktaş'ta kötü giden bir sezonda, Almanya'dan gelen bu adamın çabası, emeğini, farkını gören Beşiktaş taraftarının da onu sahiplenmesi, bırakmak istememesi.


Harry Kewell de bu özel oyunculardan biri. Ben eminim, Beşiktaş ve Fenerbahçe taraftarları da onu kendi takımlarında görmek isterdi. (misal, ben siyah beyaz formanın ona çok yakışacağını düşünüyorum). Galatasaray taraftarı da onu ayrı bir yerde tutuyor. Ve gitmesini istemiyor. En azından bir sene daha kalmasını, ona doymayı istiyor. Ve bu istekleri pankartlara yansıyor:


"Stay With Us Harry"





21 Aralık 2009 Pazartesi

MESSİ BİR VATAN HAİNİ MİDİR?



Messi, bir gol attı olanlar oldu. Arjantinli yıldız bir günde büyük bir kesim tarafından lanetlenen bir isim oluverdi.

Barcelona'nın, FIFA Dünya Kulüpler Kupası'nda Arjantin ekibi Estudiantes'i uzatmalarda Lionel Messi'nin göğsüyle attığı golle 2-1 yenmesi ve kupayı alması sonrası bu gelişmeler yaşandı. Messi'nin, ülkesinin takımı Estudiantes'i yıkan golü atması, Arjantin'de ona karşı büyük bir tepkinin yaşanmasına neden oldu.

Arjantin’in yüksek tirajlı gazetelerinden Ole, manşetten verdiği haberde, “Arjantin göğsünden hançerlendi” başlığını kullandı. Barça'nın 2009'u 6 kupayla kapatmasında büyük pay sahibi olan Messi için Estudiantes'in bulunduğu La Plata kentinin duvarlarına, ‘Kötü çocuk', ‘1 numaralı düşmanımız” ve küfürlerle hakaretler içeren yazılar yazılmış.

İnsanın aklına Messi peki ne yapsaydı sorusu geliyor. Topu bilerek dışarı mı atsaymış. Ekmeğini yediği kulubün bir başarısına engel mi olmalıymış.

Milliyetçilik her şekliyle ve yönüyle bir zehir. Bu zehir futbolda da bu ve benzeri olaylarda etkisini gösteriyor sık sık. Ülkesinin milli takımına yıllardır hizmet veren bir isim bile bir anda vatan haini ilan ediliveriliyor. Türkiye’de de benzer bir durum yaşandığında (örneğin Arda’nın Barcelona formasıyla son saniyede bir Türkiyeli takıma gol attığını düşünelim) aynı tepkilerin oluşacağını söylemek kahincilik olmaz herhalde.

İşin içinde milliyetçilik olmasa da Süper Lig’imizde de benzer bir olay yaşandı haftasonu. Bursaspor’da kiralık oynayan Zapotocny, Beşiktaş’a son dakikalarda galibiyet golünü atınca çok sevindi diye eleştirildi, bir Beşiktaşlı yönetici Zapotocny’e Beşiktaş kapılarının kapandığını söyledi. Aynı soru yine aklıma geliyor, ne yapsaydı yani sevinmese miydi? Sevinme ve sevinmeme özgürlüğü onun elindedir, her ikisi de yerine göre bir erdemdir. Zapo eğer isterse sevinmeyebilirdi de. Ama ne sevindi diye ne de sevinmedi diye ona tepki göstermenin hiçbir anlamı yok.

17 Aralık 2009 Perşembe

“TARAFTARLAR OLMASA TRİBÜNDE GÜVENLİĞİ NE GÜZEL SAĞLARDIK” ZİHNİYETİ



Beklenen karar çıkmadı. İl Güvenlik Kurulu'nun aldığı karara göre, bu sezon yine Bursasporlular İnönü'ye Beşiktaşlılar da Bursa'ya stada girip maç izleyemeyecekler.
Oysa beklentiler farklıydı bu yıl, Beşiktaş ile Bursaspor arasındaki husumetin bu sezon bitmesi bekleniyordu. Kulupler arasında zaten büyük bir açıklık yok. Beşiktaş tribünlerinin çok sevdiği Ertuğrul Sağlam Bursa’nın başında. Yine taraftarın çok sevdiği Çek stoper Zapotocny de bu yıl yeşil-beyazlı forma içinde. Bu bile yarınki maçın tansiyonunun düşmesinde faydalı olabilirdi.
Bursaspor taraftarının yıllardır sürdürdüğü, artık kimliğini onunla birlikte varettiği bir Beşiktaş düşmanlığı vardı. Öyle ki Teksas grubunun internet sitesinde ligin puan durumunda Beşiktaş ismi yerine sadece Cimnastik yazılıyordu. Ama başarıların geldiği bir ortamda, Bursaspor taraftarı, yıllardır sürdürdüğü ve artık kendine zarar vermeye başlayan bu anlamsız düşmanlığın saçmalığını farkeder gibi bir görüntü içine girmişti.
Ancak İl Güvenlik Kurulu’nun dün yaptığı toplantıdan şok bir karar çıktı ve Beşiktaş-Bursa karşılaşmasında konuk takım taraftarlarının statta yer alamayacakları belirtildi. Bu yeni tartışmalar ve gerginliklerin de önünü açabilir. Ligin zirvesinde kimin olacağı son haftaya kalırsa ya da Beşiktaş eğer ligin son haftasında şampiyonluğu ilan ederse, Siyah-Beyazlı taraftarlar bu mutluluğu ancak televizyon başından yaşayabilecek.
İl Güvenlik Kurulu’nun aldığı karar esasında hem Beşiktaş hem de Bursaspor tarafarlarını küçümseyici, onları potansiyel şuçlu gören bir karardır. Sorunlar, üstüne gidilerek, onlarla yüzleşilerek çözülür. Taraftarları stadlardan ayrı tutarak değil. “Okullar olmasa Milli Eğitim’i ne güzel yönetirdim” zihniyetinin bir devamıdır bu karar.

10 Aralık 2009 Perşembe

SEN MİSİN YAKAN İRLANDA'YI


Beşiktaş futbol takımı sahada çok yaratıcılık içermeyen bir futbol oynayıp tribünlerde veya televizyon başında bize sıkıcı dakikalar geçirtirken, Beşiktaş tribünleri ise yaratıcılık sorunu yaşamıyor hiç. Tribünler her daim renkli, çoşkulu, yaratıcı ve yanlış olana, haksızlık yapana tepkili. Hafta için oynanan CSKA Moskova maçında da tribünler yine anlamlı bir gönderme yaptı.
Taraftarlar, Fransa ile İrlanda Cumhuriyeti arasında oynanan 2010 Dünya Kupası play-off baraj maçında Henry'nin bariz biçimde topu elle düzelterek verdiği gol pasını görmeyerek büyük eleştiri alan Hansson'a, kapalı tribünde İrlanda bayrağı açarak tepki gösterdi.

7 Aralık 2009 Pazartesi

HAFTANIN GÜZELLERİ VE ÇİRKİNLERİ




Bu hafta her hafta olduğu gibi Süper Lig’de örnek olaylara sahne oldu. Olumlu ve olumsuz anlamda.


Haftanın güzelleri Eskişehirspor ve Beşiktaş taraftarı, Galatasaray Teknik Direktörü Frank Rijkaard oldu. Haftanın çirkinleri ise kaybedilen her maçtan sonra kıpkırmızı suratlarıyla açıklamalar yapan yöneticiler, çığırdan çıkıp formalarını yırtacak kadar galeyana gelebilen futbolcular oldu. Önce güzelliklerden bahsedelim.

Beşiktaşlı taraftarlar, Diyarbakırspor maçında futbolcuların birlikte tribünleri selamlamasının ardından önce ''Türkiye'' diye tempo tutup, daha sonra da ''Irkçılığa karşıyız, Beşiktaşlıyız'' diye tezahürat yaptı. Diyarbakırsporlu taraftarlar da ''Beşiktaş'' diye tezahürat yaparken, siyah-beyazlı taraftarlar, konuk taraftarla “Siyah-Beyaz” ve “Yeşil-Kırmızı” diye karşılıklı tezahüratlar gerçekleştirdi. Diyarbakırlı taraftarlara gittikleri her yerden reva görülen davranışları düşününce İnönü Stadı’nda yaşananlar, futbolda renklerin ve halkların kardeşliğine inanmayanlara ağır bir ders oldu.

Eskişehirspor taraftarı bu ülkenin en renkli taraftar gruplarından biri. Haftasonu da tribünleri yine bayram yerine çevirdi Es-Es’ler. Es-Es bandosu ve onun eşliğinde söylenen marşlar, tezahüratlar enfesti. İnsan bir süre maçı bırakıp sadece estetik ses bütününe kendini bırakmak istiyordu.

Ve Frank Rijkaard. O da Türkiye’de bulunduğu süre zarfında aynen Jupp Derwall, Arthur Zico, Mircea Lucescu, Mustafa Denizli, Şenol Güneş, Aykut Kocaman ve daha birçok güzel insan gibi futbol bilgeleri arasında olduğunu kanıtladı. Oyuncuları bir iki faul pozisyonu yüzünden adeta saha içinde terör estirirken, o bunu soran basın mensubuna, “Bu faullerden çok, o faullerin niye yapıldığı, maçın niye o duruma geldiğini düşünüp özeleştiri yapmalıyız” dedi. Onun yerinde başka bir teknik direktör olsa asar keserdi deyim yerindeyse, ama o bir bilge gibi yaklaştı sorulara. Umarım Türkiye futbolu ondan olabildiğince yararlanır.


Ve çirkinlikler. Artık büyük takımlar tarafında bir gelenek haline gelen yaklaşım. Kaybedilen her maç sonrası hakemi, federasyonu suçlamalar. “Paf takımla çıkarım”, “Takımı ligden çekerim”, “Herkes aklını başını alacak” gibi tehditler savurmalar. Kendi başarısızlıklarını başkalarını yıkma, kendi hataların yükünü başkalarına yıkma eğilimi ve fırsatçılığı ve ikiyüzlülüğü. Artık büyük takımların bu yaklaşımı, geçmişte ve bugün Anadolu takımlarının başvurduğu “Biz eziliyoruz, İstanbul takımları kayrılıyor” kolaycılığına benzemeye başladı. Bu hafta Aziz Yıldırım yaptığı açıklamalarla ve Galatasaraylı futbolcular (özellikle formasını yırtacak kadar galeyena gelmiş, gelmiş ama niye gelmiş bilinmez Mustafa Sarp) tavırlarıyla antipatiyi üstlerinde topladılar.

4 Aralık 2009 Cuma

BAŞKA BİR FUTBOL MÜMKÜN MÜ?


Şu kurak futbol iklimimizde ne mutlu ki, yeşil sahalardan ve tribünlerden ırkçılık, erkek egemenliği, şovenizm, homofobi gibi belaların nasıl kovulacağını düşünen, sorgulayan ve çözüm yolları bulmaya çalışanlar var.


Tribünlerde yükselen ırkçı ve erkek egemen dalgalanmaya karşı renklerin kardeşliğini ve eşitliği savunan ForzaLivorno grubu düzenlediği panelde başka bir futbolun mümkün olup olmadığını tartışacak.



Futbol başta olmak üzere tüm sporseverlerin davetli olduğu panelde gazeteciler "Mevcut futbol kültürünü değiştirme noktasında nasıl bir mücadele perspektifine sahip olmalı, tribünlerdeki ırkçı şovenist dil ile mücadele için neler yapabiliriz, buradan yola çıkarak nasıl bir futbol kültürü yaratabiliriz" gibi sorulara yanıtlar bulunmaya çalışılacak.



Beyoğlu'ndaki Makine Mühendisleri Odası (MMO) salonunda yapılacak panelin konuşmacıları gazeteci Emine Özcan, Radikal gazetesi yazarları Bağış Erten ve Kıvanç Koçak, Birgün gazetesinden yazar Ahmet Tulgar, spor araştırmacısı ve yazarı Melih Şabanoğlu ve bianet'ten gazeteci Bawer Çakır olacak.



Etkinlik 5 Aralık Cumartesi saat 14.00'te.

3 Aralık 2009 Perşembe

DAHA FAZLA DESTEĞİMİZİ HAK ETMİYORLAR MI?


Bugün Dünya Engelliler Günü idi. Yine bu günle ilgili birçok açıklamalar yapıldı, “engelli vatandaşlarımızın sorunları çözülecektir” şeklinde vaatler birbirini izledi bu açıklamalarda. Ama bunun nasıl yapılacağı üstüne ise çok da bilgi verilmedi. Engellilerle ilgili derneklerin veya vakıfların açıklamaları ne kadar dikkate alındı veya alınacak, bu ise her zamanki gibi belirsiz.
Engellilerin günlük hayatını kolaylaştıracak, onları yaşamın içine daha çok çekecek düzenlemeler yeterince yapılmıyor. Çok ötelere bakmayalım, engellilerin toplu taşıma araçlarına binip inerken yaşadığı büyük sıkıntılar bile bu işin vahimliğini anlamamız için yeterli olabilir.

Sekiz küsur milyon insanını yok sayan, evlerine hapsetmeyi onlara reva gören bir ülkede Engelliler Spor alanında ise takdir edilecek çabalar sergileniyor.
Bu yönde medyaya en çok yansıyan haberler Engelliler Basketbol dalında yaşanmıştı. Beşiktaş’ın ligde yaşadığı şampiyonluklar medyada kendine küçük yerler bulurken Galatasaray’ın Avrupa ve Dünya şampiyonlukları milli bir başarı olarak “Gururumuz” manşetleriyle kendine yer bulmuştu sütunlarda. Hayatını zorlaştırmak için herşeyi yapan bir ülkede, engelli sporcular büyük uluslararası başarılar kazandığında, kaç kişinin bundan gurur duymaya hakkı olabilir ki?

Diğer yandan Türkiye Futbol Federasyonu ile Türkiye Bedensel Engelliler Spor Federasyonu tarafından ortaklaşa yürütülen 2009-2010 Ampute Futbol Ligi geçtiğimiz aylarda başladı. Samsun’dan, İstanbul’dan, Kayseri’den Ordu’dan takımlar ligde mücadele ediyor. Kişinin kol, bacak, ayak veya elinin tümünün veya bir kısmının olmaması durumuna amputasyon deniyor. Ampute futbol bir bacağı olmayan sporcuların kanedyen kullanarak oynadıkları bir futbol türü. Dünyada yaygın bir şekilde oynanıyor, düzenli olarak Avrupa ve Dünya Şampiyonaları organize ediliyor. Dünya'da ampute futbol 2. Dünya Savaşı sonrası gaziler öncülüğünde başlamış. Brezilya, İngiltere, ABD, Ukrayna, Rusya, Özbekistan, Gana, İran gibi ülkelerde ampute futbol ligi mevcut. 1998 yılından bu yana Dünya ve Avrupa Şampiyonaları düzenleniyor. 2005 Dünya Ampute Futbol Şampiyonası 11'21 Ağustos 2005 Niteroi, Rio De Janeiro, Brezilya'da organize edilmiş ve Türkiye 5. olarak şampiyonayı tamamlamıştı. Aralık 2008’de Antalya’da düzenlenen Avrupa Şampiyonası’nda ise Rusya ile final oynamış ve Avrupa 2.si olmuştu.

Engelliler için yapabileceğimiz şeyler var. Birincisi mücadelerinde yanında olmak, hükümetleri, belediyeleri ve tüm yetkili makamları gerekli düzenlemeleri yapmaları için zorlamak. Tuttuğumuz takımın da veya şehrimizin de bir engelli spor kulubü kurması için kamuoyu yaratmak. Ve birçok dalda mücadelerini sürdüren sporcuları gidip izlemek, destek vermek, alkışlamak. Kısacası onları artık yalnız bırakmamak.

1 Aralık 2009 Salı

THİERRY HENRY’NİN KAYBOLAN LANETLİ ELİ





Thierry Henry'nin İrlanda’ya elle attığı gol ile Fransa’nın Dünya Kupası vizesi almasının yankıları hala sürüyor. Önce İrlanda Federasyonu maç tekrarı istedi. Reddedildi bu talep FİFA tarafından. Ardından Thierry Henry çıkıp "keşke maç tekrar oynansa" açıklamasını yaptı. FIFA'nın gündemindeki yeni konu ise İrlanda'nın yeni başvurusu. İrlanda kupaya 33. takım olarak katılalım önerisini getirdi. Ama tabii İrlanda, 33. takım olarak kupaya dahil edilirse, bundan sonra veya 2010 elemelerinde yanlış kararlarla kupadan olan her takım kuyruğa girebilir. Bu yüzden böyle bir kararın çıkacağına pek ihtimal vermiyorum.

Bu arada el hadisesi Henry’nin başını da fena ağrıtıyor. Henry'i Roger Federer ve Tiger Woods ile birlikte reklamlarında oynatan Gilette firması Henry’i reklamlardan çekme gibi bir düşüncesi olmadığını açıkladı. Ama Gillette reklamlarına bir makyaj yapıldı geçtiğimiz hafta. Firmanın kullandığı billboard reklamlarında Henry'nin sol elinde tuttuğu top yokoldu, Henry'nin eli cebine girdi.

Henry’nin eli artık saklanması gereken lanetli bir el.