28 Eylül 2009 Pazartesi

TÜRKİYE’DE DE STADLARDAKİ IRKÇILIĞA ARTIK CEZA VERİLMELİ



Haftasonu Bursaspor’un Diyarbakırspor’u Bursa’da konuk ettiği maçta yaşananlar hiç şaşırtıcı olmadı. İki takımın taraftarları arasında çıkan olaylarda koltuk ve taş yağmuru yaşanırken 2’si çocuk, 10 kişi yaralandı.

Diyarbakır’ın özellikle Orta ve Batı Anadolu’da ve İstanbul’da deplasmana geldiği zaman yaşanan şeyler yine aynı şekilde tekrarlandı. Yine karşı tribünlerde Türk bayrakları açıldı, maç adeta bir milli maç havasına sokuldu, insanların ellerinde Bursaspor bayrakları değil Türkiye bayrakları, "ne mutlu Türküm diyene" pankartları vardı. “PKK dışarı” sloganları atıldı. Diyarbakır’da yaşanan en ufak olayı barbarlık diye manşetlere taşıyan medya ise Bursa’da olaylara karşı çok fazla tepki vermedi yine de şaşırtıcı olmayan bir şekilde.

Peki niye önlemler alınmadı? Bu olayların bu şekilde gelişeceği belliydi. Bursaspor taraftarı ve taraftar grubu Teksas, milliyetçiliği en fazla kullanan taraftar gruplardan biridir. Irkçı görüşler bu tribünlerde sıkça dillendirildi geçmişte, aynen Malatya, Trabzon ve diğer birçok ilde olduğu gibi. Bursa’da yaşananlar daha önce de Diyarbakır’ın başına geldi, bugün de geliyor, yetkililer böyle ilgisiz kaldıkça yarın da gelmeye devam edecek. Milliyetçilik ve ırkçılık artık statlarda kan döküyor.

Diyarbakırspor yönetimi daha fazla kan akmaması için yapılacak en doğru işlemin, takımı ligden çekmek olduğunu düşünüyor. “Toplumsal barış adına, ülke futbolunu sıkıntıya sokmamak adına gerekirse Diyarbakırspor’u ligden çekeriz” diyorlar ama bu doğru değil, yapılacak şey, bu olaylara karşı sağlamca durmak ve kendi tribünlerindeki aşırı milliyetçi oluşumları ve hareketleri de dikkatle izlemektir.

Bursa tribünlerindeki ırkçılık masum bir milliyetçilik değildir. Kimse bu olayları “ama biz Diyarbakırlılar provoke etti” demesin. Hiçbir tahrik ırkçılığı mazur gösteremez.

Disiplin Talimatı’nın 41. maddesi, “Irk, dil, din, etnik köken ayrımcılığı yaparak insanlık onurunu herhangi bir şekilde zedeleyen kulüpler 5 bin ile 100 bin TL arasında para cezası ile cezalandırılır. İhlalin ağırlığına göre kulübe 1 veya daha fazla müsabakayı seyircisiz oynama, saha kapatma, hükmen mağlubiyet, puan silme ve ihraç gibi ek cezalar da verilebilir” diyor. Bursaspor’a verilecek ceza, ilk adım olabilir stadlarda ırkçılığa karşı. Daha önce Levent Bıçakcı’nın başkanlığı döneminde Çanakkale Dardanel-Diyarbakır maçında yaşananlar sonrası, Disiplin Kurulu tarafından evsahibi ekibin sahası kapatılmıştı. Daha sonra Tahkim Kurulu’nun bu cezayı kaldırması tepki toplamıştı. Tarih yine tekerrür etmesin.

25 Eylül 2009 Cuma

“AMİRİM ALIN BU ARKADAŞI”




İzmir'de, tribünlerde meşale yakan, küfürlü tezahürat yapan ve olay çıkaran taraftarların tespit edilmesi için, sivil polislerin kaşkol takarak taraftarın arasına girme dönemi başladı. Uygulama kapsamında, görevli polisler, maçını takip ettikleri kulübün kaşkolunu takıp, taraftarların içine girerek maçları izleme başladı. Taraftarlar arasında bazen tezahüratlara eşlik eden, gol sevincine ortak olan kaşkollu polisler, diğer yandan da görevleri gereği yönetmeliklere aykırı davranan taraftarları tespit ediyor. Sezonun ilk haftalarında, ''meşale yakan'', ''küfürlü tezahürattabulunan'' 28 taraftar ekiplerce tespit edilerek, İl Spor Güvenlik Kurulu'na sevk edilmiş.

Bu haberi okuyunca ister istemez bazı sorular aklıma geldi. Amigolar stadda bağırmayan taraftara artık “Bağırsanıza Lan, Bağırmayan Fenerli olsun” derken iki kere mi düşünecek, çekinecek mi? Hani oldu da sivil polisin “bağırsanaa” diye omzuna bir yumruk inerse polisin sivilliği orda son bulacak mı, “amirim alın şu arkadaşı “ diyecek mi? Taraftar shop’ların yeni müdavimleri polisler mi olacak, ee malum atkılar, formalar sürekli değişiyor her yıl. “Amirim bu sezon yeni atkı forma falan lazım. 300 lira harcırah rica edeyim” diyecekler mi.

Takımın ceza aldığı maçta yani seyircisiz oynanan maçlarda polis arkadaşlar da mı ceza almış olacak, futboldan mahrum kalmış olacaklar? Sivil polisler kendilerini taraftar gruplarına daha da kabul ettirmek amacıyla deplasmanlara gidecekler mi? Taraftar gruplarının deplasmanlara gittiğinde gerçekleştirdiği yol üstü market yağmalamalarına karşı bu polislerin tepkisi ne olacak?

İşin komik yanı bir yana evet tribünde küfüre, şiddete karşı önlemler alınmalı. Ama doğru yöntem bu mu emin değilim, bir kere bu stada gelen insanların ve taraftar gruplarının üstünde paranoyak bir etki yaratabilir. Teknolojinin sunduğu imkanlar bu kadar gelişmişken, üniversite önlerine simitçi kılığında sivil polisleri yerleştirmeyi hatırlatan böyle bir yönteme çok da ihtiyaç olmadığı kanısındayım. Ne bu polisler zora girsin ne de taraftarlar stres altına girsin.


23 Eylül 2009 Çarşamba

OYSA ÇOK ŞEYİ DEĞİŞTİREBİLİRDİN ALİ GÜNEŞ



Haftasonu gerçekleşen Kasımpaşa-Galatasaray maçının 8. dakikası. Kaleciyi geçen Baros, topu boştaki Elano'nun önüne çıkarıyor. Elano'nun vuruşunda kale çizgisi üzerinde bulunan Ali Güneş, sağ tarafına doğru uzanarak topu eliyle çeliyor. Hakem İlker Meral, bu pozisyonda korner kararı verince, sarı kırmızılı futbolcuların neredeyse tamamı hakeme itirazda bulunuyor, ancak karar değişmiyor.

Maçtan sonra deneyimli oyuncu Ali Güneş, Elano'nun yaptığı aşırtma vuruşta topu kafasıyla çıkarmak için uzandığını anlattı ve ekledi ''Kafamla uzanamadığım için elle müdahale etmek zorunda kaldım. Sonuçta yalan söylemeye gerek yok. Herkesin gördüğü bir pozisyondu. Normal kurallar gereği kırmızı kart ve penaltıydı sonucu'' dedi.Hakemle topa eliyle müdahale ettiği pozisyon hakkında bir görüşme yapmadığını belirten Ali Güneş, ''Ama Arda geldi sordu. Ben de ona el olduğunu söyledim'' dedi.

Oysa ki o an, Güneş gitse hakemle konuşsa ve topa eliyle müdahale ettiğini söylese. Hem maçın gerginliğini azaltacak bir hareket olurdu bu, hem hakemin üzerine büyük baskı yönelmesine engel olurdu, hem de kendi vicdanı daha rahat olurdu. Tüm maç boyunca Güneş, o hareketinin penaltı olduğunu bile bile oynadı, bundan duyduğu rahatsızlık ve suçluluk duygusu yüzüne yansıyordu.

Maç sonrası değil o an hakemle konuşsa, pozisyonu anlatsa, sadece o maç için değil, tüm Türkiye futbolu açısından çok şey değişebilirdi. En azından benzeri pozisyonlarda başka sporculardan da Ali Güneş gibi ahlaklı davranmasını talep etme hakkımız olurdu.

16 Eylül 2009 Çarşamba

ANARŞİZMİN A’SI POTANSİYEL BİR SUÇ UNSURU MUDUR?


UEFA, dünkü Beşiktaş-Manchester United maçı öncesi Çarşı'nın tüm pankartlarını kaldırttı. Buna gerekçe ise pankartların "anarşizmi" simgelemesi olarak gösterildi.

Pazartesi İnönü Stadı'na gelen bir UEFA temsilcisi, içinde Çarşı'nın pankartlarını, "anarşizmi" simgelediği gerekçesiyle kaldırılmasını istemiş. Çarşı'nın pankartlarını hazırlayan taraftarlar da görüşmeye katılmış ve "Sprey boyayla A harfini kapatalım" önerisinde bulunmuş. Ancak UEFA yetkilisi buna da karşı çıktı ve "Sprey boya yanıcı maddedir ve can güvenliği açısından sakıncalı" karşılığını vermiş. Böylece potansiyel suç unsuru olan pankartlar teker teker sökülerek, kapalı tribünün alt kısmında bulunan bir odada kilit altına alındı.

İngilizce olarak hazırlanan ve "No Racism" (Irkçılığa Hayır) yazılı pankart bile, UEFA yetkilisinden altında Çarşı logosu bulunduğu için vize alamadı. UEFA'nın bu uygulamasına tepki gösteren taraftarlar, "Böyle bir gerekçeyle pankartların kaldırılmasına anlam veremiyoruz. Çarşı'nın anarşizmi şiddete değil, başta ırkçılık olmak üzere statlardaki her türlü kötülük ve olumsuzluğa karşı olmaya dayanır. Aslında UEFA yetkilileri de bunu gayet iyi biliyor ama, Manchester United işin içine girince bir şey diyemiyorlar" ifadesini kullanıyor. UEFA yetkililerinin anarşizmi çok iyi bilmediği, anarşizmi bir şiddet felsefesi olarak gördükleri çok açık. Oysa ki anarşizm, her türlü otoriteye, tahakküme karşı çıkışı simgeleyen bir akım. Evet anarşist gruplar arasında da her akımda olduğu gibi şiddeti savunanlar da var ama şiddete karşı olan ve pasifist gruplar özellikle Avrupa’da anarşizmi şekillendiren gruplar.

Diğer yandan, Çarşı’nın anarşizmin A’sını benimsemesi “her şeye karşı olmak, gerektiğinde kendine bile karşı olmak” felsefesinde özetleniyor. Çarşı, bunu bir holigan şiddeti perspektifinde görmüyor. Anarşizmin A’sını kullanmayı da tüm duyarlı eylem ve davranışlarıyla hak ediyor da. UEFA’nın anarşizmin A’sı var diye Çarşı’nın pankartlarını kaldırması Avrupa açısından düşünce özgürlüğüne vurulmuş bir darbedir.

10 Eylül 2009 Perşembe

YUNANİSTAN’DA SANSÜRLÜ MAKEDONYA MAÇI



Polonya’da devam eden Avrupa Basketbol Şampiyonası’nda Yunanistan’ın Makedonya’yı 86-54 yendiği maçta, milyonlarca Yunanlı izleyici uygulanan sansür yüzünden televizyonlarda milli takımlarının rakibinin kim olduğunu bilmeden izlediler.Her ülkenin tabuları vardır.

Yunanistan’daki tabu ise Makedonya. “Makedonya Yunandır” teziyle Makedonya Cumhuriyeti’nin bu isimle uluslararası kurum ve kuruluşlarda üyeliğini yıllardır engelliyor Yunanistan. Yunanistan tüm uluslararası örgütlerde bu yönde mücadele veriyor. Yunanistan’ın bu inadı yüzünden Makedonyalı oyuncular, Avrupa Basketbol Şampiyonası’nda da Makedonya yazan forma giyemediler. Karşılaşmanın görüntülerini veren Polonya televizyonu, ekranda skorun yazıldığı karenin içinde Makedonya anlamına gelen MKD harflerini kullandı. Ancak maçı yayınlayan Yunan devlet televizyonuna telefonla yapılan yüzlerce şikayet üzerine skorun gösterildiği tabloda MKD harfleri beyaz bantla sansürlendi. Milyonlarca Yunanlı, maçın son iki periyodunu milli takımlarının kiminle oynadığını okuyamadan izledi yani.

Milliyetçilik her ülke için bir zehir ve her ülkede bu tarz saçmalıklara neden oluyor işte.



8 Eylül 2009 Salı

ANKARAGÜCÜ'NDE BUGÜN OLANLAR, ÇOK ÖNCEDEN BELLİYDİ


Seveni kadar sevmeyeni de çoktur Ankaragücü’nün. Özellikle 12 Eylül darbesi döneminde özel bir yönetmelik hazırlatılarak Kenan Evren tarafından 1.lige çıkarılması Ankaragücü'nün o dönemden beri birçok kişinin antipatisini bu kulüp üstünde yoğunlaştırdı.

Ama sevelim, sevmeyelim, yüzbinlerce taraftarı ve yüzyıllık tarihi ile Türk futbolunun önemli değerlerinden birisi bu takım.

Ankaragücü’nün ismi bu yıl önce Darius Vassell transferiyle gündeme taşındı. Şimdi ise gündemin ilk madelerinden biri. Bunun başaktörleri ise Melih Gökçek ve oğlu Ahmet Gökçek.

Elbetteki bir kentte görev yapan tüm makam sahipleri ve kentte yaşayan herkes bu kulübe destek vermeli ve sahip çıkmalıdır yeri geldiğinde. Fakat desteklemek ve sahip çıkmak başkadır, sahip olmaya çalışmak başkadır. İşte Gökçek’ler olayın “sahip olmaya çalışmak” tarafında bulunuyorlar. Kamuoyunda oluşan tepkinin ana nedeni de bu.

Bir kulüp siyasetin, ticaretin veya kişi hakimiyetlerinin dışında tutulabilmeli. Gökçek’ler ise her türlü yolu deneyerek kulübü ele geçireceklerin sinyallerini veriyorlar. Hatta ne yazık ki, tribünler bile şimdiden bağırmaya başladı “Bu taraftar seninle gurur duyuyor” diye. Bir de başarılar gelince omuzlarda gezeceğine hiç şüphe yok Gökçek’lerin. Halkın paralarını Ankaraspor’a harcayan Gökçek’lerin.

Melih Gökçek de tabii ki her zamanki uslübuyla esip gürlemiş, medyaya, federasyona. Ankaragücü’nden korkuyorsunuz, şampiyon olmamızı engellemeyeceksiniz demiş. Sert açıklamalarında ama bir doğru taraf da var Gökçek'in, Gökçek, “Gençlerbirliği-Hacettepe ilişkisine bakın. Turgay Kalemci, G.Birliği yöneticisiydi. İki kulüp aynı yerde yatıp kalkıyor. Sen Federasyon olarak neden müdahale etmedin. Kayserispor ile Kayseri Erciyes aynı ligdeydi. Şaibe o zaman yok muydu? Bir gecede adı değişti. Federasyon'un kılı kıpırdamadı” diyor.

Evet, eğer o günler, mesela Kayseri Erciyesspor skandalı yaşanırken, karşı bazı adımlar atılsa, bugün Ankaragücü’ndeki bu skandalları yaşamayacak, futbolun yüzü bu derece kirlenmeyecekti yine.


4 Eylül 2009 Cuma

NE İYİ ETTİNİZ DE GELDİNİZ ÇOCUKLAR





















Dün güzel bir gündü. Halkın takımı, duyarlı ve muhalif bir taraftar ve sporcu grubuna sahip Livorno, dostluk maçı için Adana'ya geldi, Adanademirspor ile karşılaştı. Maç dostça 0-0 bitti, sonuç da maça yakıştı esasında tribünler goller izleyemese de. E burası Türkiye, Güler Zere için açılan pankart yüzünden polisin müdahalesi de oldu dostluk maçında.

Adanademirsporun taraftar grubu Mavi Şimşekler şöyle der zaten;

onda bunda şundadır,
şunda onda bundadır,
Mavi Şimşek nerdeyse,
çevik kuvvet ordadır"

Ee şimdiki hedef ne :) Adanademirspor Başkanı Bekir Bey'in hedefi Celtic, Liverpool, Marsilya, AEK gibi işçi sınıfı kökenli takımları bir turnuva için Adana'ya getirmeyi planlıyormuş. Olur mu olur, bir kere ilk adım atıldı. Adana'daki bu güzellikler inşallah Türkiye'nin dört bir yanına yayılacak.

Fotolar Radikal, Fanatik, demirgibiyiz.blogspot.com, mavisimsekler gibi çeşitli kaynaklardan alınmıştır.

3 Eylül 2009 Perşembe

LİVORNO’DAN SONRA ST. PAULİ DE TÜRKİYE’YE GELİR Mİ?





İtalya’da halkın takımı olarak bilinen ve tüm dünyada destekçileri olan Livorno, Adana’ya maç yapmak için geliyor ya. Şimdi de ben St. Pauli’yi Türkiye’de görmeyi dilemeye başladım son günlerde. Başkanları eşcinsel, taraftarı anarşist olan ve Türkiye de dahil dünyanın her yerinde destekçileri var, sıradışı futbol takımı; St. Pauli’yi.

St. Pauli futbol dünyasında kült bir takımdır. Taraftarlarının kararlı anti faşist tavrı vardır.
Millerntor tribünündeki skordan bağımsız neşeli ve coşkulu destek dillere destandır.

St. Pauli’nin geçmişinde esasında büyük başarılar yok. 1977'den 2002'ye dek toplam 7 sezon oynadığı Bundesliga'ya 5 kez çıkıp düştü. 2004 yılında kulüp, 3. Lig'den mahalli kümeye düşmemek için mücadele ediyordu. En kötü dönemlerinde bile seyirci ortalaması 20 binleri buluyordu St. Pauli'nin.

Almanya’nın liman kentlerinden Hamburg’da 1910 yılında kurulmuş St Pauli. Kulübün sempatizanlarının neredeyse tamamı sol görüşlü bir kitle. Bu üst kimlik, tribünlerde, ailesiyle geleni de, eşcinseli de, punkçısını da, patronunu da, işçisini de, sokakta yatanı da birleştiriyor.

St Pauli taraftarının bu kemikleşmiş kimliği 80’li yılların sonunda yaşanan bir olayla iyice pekişmiş. Takımın kalecisi Volker Ippig, bu tarihte insani yardım amacıyla iç savaşın hüküm sürdüğü Nikaragua’ya gitmiş. 1 yıl sonra dönünce taraftarın gözünde efsane olan kaleci takıma anarşist havayı da beraberinde taşımış. Tribünlerindeki, Che Guevara, Karl Marx ve Kuru Kafa posterlerinin yanı sıra metal müzik guplarından AC/DC’nin şarkısı eşliğinde sahaya çıkan St Pauli futbolcuları, Türkiyelileri hedef alan Solingen Katliamı’nın ardından da Türkçe yazılmış, “Faşistleri s..tir edin, biz hepimiz kardeşiz!” pankartı taşımışlardı.
Kulubün renkleri kahverengi-beyaz. FIFA üyesi olmayan ülkelerin katıldığı 2006 FIFI Dünya Kupası’na da St Pauli Milli Takımı adıyla ev sahipliği yapmışlardı. Kupaya, Kuzey Kıbrıs, Zanzibar, Tibet, Cebelitarık ve Grönland gibi ülkeler katılmıştı. St Pauli taraftarı Tibet’i 7-0 yendikleri maçta, zayıf rakiplerine daha fazla gol atmamaları için takımlarını uyarmıştı.
St Pauli kulübünün başkanı Corny Littmann belki de dünyanın eşcinsel olduğunu saklamayan tek kulüp başkanı oldu. Tunus asıllı bir erkek opera sanatçısıyla evli ve futboldan anlamadığını itiraf edecek kadar açık sözlü birisi. Buna karşılık Littmann, 2003 yılı başında krizin kulübün her noktasında hissedildiği dönemde göreve talip olma yürekliliğini göstermiş.

Takım 3. Lig’de kümede kalma mücadelesi verirken, Almanya çapında “St Pauli’yi kurtaralım” yardım kampanyası başlamış. Bu kampanya kapsamında 140 binden fazla tişört satılırken, 900 bin avro gelir elde edilmş. St Pauli’de Almanya’nın diğer kulüplerinde olduğu gibi çok sayıda Türkiyeli futbolcu da forma giydi. Fenerbahçeli Deniz Barış ve Beşiktaşlı Uğur İnceman, bu kulübün havasını soluyanların başında geliyor.