27 Aralık 2012 Perşembe
18 Aralık 2012 Salı
17 Aralık 2012 Pazartesi
BEN CEMAL NALGA'YA İNANMAYI TERCİH EDİYORUM
13 Aralık 2012 Perşembe
DEPLASMANIMA DOKUNMA
Yasaklar hiçbir şeyi çözmez. Sadece mevcut sorunları halı altına itelemeye yarar, görünürde olmaz belki ama alttan alta o sorun devam eder. Deplasman yasağında da aynı şey yaşandı. Rakip taraftarların stadlara alınmamasının hiçbir olumlu sonucu yok, bu hem bir insan hakları ve seyahat özgürlüğü ihlali hem de bu yolda biriken öfke geçen haftaki tekerlekli sandalye basketbol ligi derbisinde olduğu gibi kötü sonuçlara sebep olabiliyor. O yüzden DEPLASMANIMA DOKUNMA.
19 Kasım 2012 Pazartesi
METİN KURT KÜTÜPHANESİ'NE DESTEK İÇİN ATKI
Özer Taşkın YKB Sefaköy Şb. (815) - 89224682 numaralı hesaba 10 TL yatırdıktan sonra, iletişim bilgilerinizi tekyumrukgs@gmail.com adresine gönderip atkılardan edinebiliyorsunuz.
24 Ağustos 2012 Cuma
HOŞÇAKAL SOL ÇİZGİ....
Bundan tam 36 yıl önce, yani 1976’da, Galatasaray’da oynuyorken Türkiye Kupası finalini oynamaya hak kazandıklarında vaat edilen 10 bin TL primin ödenmemesi üzerine greve gitmişti. Spor emekçilerinin örgütlenmesi için de uzun süredir mücadelesine devam etmekteydi. En son Devrimci Spor Emekçileri Sendikası’nın kuruluşunda yer almıştı.
Metin Kurt, Endüstriyel Futbola karşı emekten yana direnişin sembolü olagelmiştir bu topraklarda. Futbolun gün geçtikçe sermayenin çarklarının sağlam bir parçası olduğu dönemlerde, bir sol açığın duruşunun neleri değiştirebileceğini görüp öğrendik ondan. Birçok kez panellerde ve sohbetlerde dinledik onu. Birlikte sendikal hakları için mücadele eden UPS işçileri için sokağa çıktık. Arena stadında kendini bilmezlerin sözlerine karşı hem İstanbul’da hem de İzmir’de bizlerle beraber sesini yükseltti.
Metin Kurt, futbolda, efendiliğiyle, dürüstlüğüyle birçok örnek futbolcu ve spor insanı kazandırmış, bu kişiler sembol isimler olmuşlardır. O, Türkiye’de ilk defa, futbolda emekçilerin haklarını savunmak için ortak bir şekilde greve gidilmesini, tüm spor branşlarında örgütlenilmesi gerektiğini bizlere öğretti. O, sadece ve sadece büyük bir futbol yıldızı olarak hatırlanabilirdi. Fakat O, yaptıklarıyla ve yapmak istedikleriyle başka bir futbolun olduğunu söyleyenlerin ve tüm emekçilerin unutulmaz efsanesi, Metin Abisi oldu.
O’nu son yolculuğuna uğurlarken mücadelesinin mücadelemiz olduğunu, her zaman spor emekçilerinin ve taraftarlarının örgütlenmesi ve hakları için her türlü mücadelenin içerisinde yer alacağımızı bildiririz.
Hoşça kal SOL ÇİZGİ…
İmzacı Gruplar: Tekyumruk Galatasaray, Mavi Ateş Karabükspor, Halkın Takımı Beşiktaş, Tatangalar Sakaryaspor, Karakızıl Gençlerbirği,, Sol Açık Fenerbahce, Altay YSKA, Ya Basta Göztepe, Alkaralar Gençlerbirliği, Beleştepe Beşiktaş, Kartalspor Boranlar, Dev-Nurtepeliler, Kemenche Trabzonspor, Forza LivornoDevamını Gör
12 Ağustos 2012 Pazar
ST.PAULİ'DEN HALİL İBRAHİM DİNÇDAĞ İLE DAYANIŞMA
19 Nisan 2012 Perşembe
ARMANIN GURURLARI



5 Nisan 2012 Perşembe
BUCA TRİBÜNLERİNDEN BÜLENT UYGUN'A TEPKİ

İKİ PANKARTIN ZITLIĞI VE TRİBÜNLERDE NEFRET SÖYLEMİ

Nefret söylemi sık sık futbol üzerinden dillendiriliyor. Ve zaman içinde kendini sürekli yeniliyor. Bunun son örneğini haftasonu Trabzon’da yaşadık. Trabzonspor’un duyarlı taraftar gruplarının bu pankarttan rahatsız olduğundan eminim. Resimde dikkat çeken diğer bir konu da üstteki pankartın güzelliği ile alttaki pankartın çirkinliğinin zıtlığı.
Geçmişte Trabzon, Malatya gibi çeşitli kentlerde tribünlerde "Yasinlerle çıktık yola, Ogünler çok yakında" "Ermeni Oğuz'a Trabzon'da soykırım" "Ayağa kalkmayan Ermeni olsun" tezahüratları yüksek sesle dile getirilmişti. Avni Aker tribünlerinde geçen pazar açılan ve gayrimüslimleri aşağılayan "Papazın Çayırından Kanuni'nin Memleketine Hangi Yüzle Geldiniz" pankartı ise ırkçılığın ve nefret söyleminin artık olağan ve sürekli hale geldiğinin diğer bir örneği oldu.
Her türlü barışçıl mesajlı pankarta zorluk çıkaran emniyetin de bu pankarta göz yumması, pankarta kulüp yöneticileri ve emniyet yetkilileri tarafından müdahale edilmemesi düşündürücüydü.
8 Mart 2012 Perşembe
YENİ AVM'LERİ İÇİN BU KEZ ALSANCAK STADI'NA GÖZ DİKTİLER

NE İSTEMİYORUZ ?
- Alsancak Stadı'nın yıkılarak ranta kurban edilmesini
- İzmir gibi deprem riski yüksek bir kentin en riskli bölgesinde, (İzmir Afet ve Acil Durum Eylem Planı ile) Güzelyalı'dan Liman'a kadar olan bölgede belirlenmiş tek çadırkent alanı ve az sayıdaki afet durumu helikopter pistlerinden birisinin yok edilmesini
- Kent yaşamının ayrılmaz parçası sosyal/kültürel/sportif etkinliklerin merkezden çeperlere sürülmesini
- Birkaç maç dışında tribünlerin dolmayacağı, ulaşımı zor (toplu taşıma olanakları zayıf, özel araç trafiğine özendiren), yüksek kapasiteli ve atmosfer yaratmanın zor olduğu bir stadda oynamak zorunda kalmayı
- Kent merkezinde zaten çok kısıtlı olan kamusal mekanların, kar amaçlı ticari faaliyetlere terk edilmesini
- “İleri demokrasiler”de yeri olmayan tepeden inmeci bir anlayışla, kentliye ve asıl kullanıcıları olan taraftarlara sorulmadan stadlarımız hakkında kararlar alınmasını
- Alsancak Stadı'nın yerinde kalmasını
- Tarihine, kimliğine ve ruhuna uygun biçimde “YERİNDE” yenilenmesini
- Tüm toplu ulaşım modlarının kesiştiği bölgede, 20 bin kapasitesiyle, kafe ve restoranlarıyla, “Türkiye Futbol Tarihi Müzesi”yle, yeraltı otoparkıyla, toplantı/etkinlik salonlarıyla, cep sinemaları ve diğer üniteleriyle haftanın her günü yaşayan bir Alsancak Stadı'nda insanca koşullarda maç izlemeyi
- Temel sorunun stad kapasitesi değil, stad sayısı ve niteliği olduğu İzmirimiz'e, tüm kulüplere yetecek şekilde (mevcut stadlara dokunulmadan) yeni stadlar kazandırılmasını
- Altyapılar, amatör kulüpler ve İzmir halkının yararlanması için her semte, (mevcut sayısı dünya standartlarının çok çok altında olan) kolay ulaşılabilir ve standartlara uygun spor tesisleri yapılmasını, kitlelerin spor yapmaya özendirilmesini
- Kentsel mekanlarımız hakkında verilecek kararlarda, bu mekanların asıl kullanıcıları başta olmak üzere tüm kent bileşenlerinin görüşlerinin belirleyici olmasını
24 Şubat 2012 Cuma
20 Şubat 2012 Pazartesi
BİR ERGİN ATAMAN YAZISI

Beşiktaş Milangaz, haftasonu Konya’da düzenlenen Spor Toto Türkiye Kupası maçları sonucunda Türkiye Kupası’nı tarihinde ilk defa Beşiktaş’a getirdi. Bu başarının, bu büyük başarının mimarlarından biri belki de en önemlisi Koç Ergin Ataman oldu. Büyük bir başarı diyorum, niye? Birçok sebebi var bunun. Çünkü Beşiktaş sezon başında büyük bir belirsizlik yaşıyordu. Sponsor belli değildi. Başkan amatör şubelerin büyük bir maddi yük getirdiğini söylüyordu konuşmalarında. Rakipler bir bir dünya yıldızlarını getirirken Beşiktaş’ta henüz hiçbir transfer olmamıştı. Geçen yılın toplama takımından birkaç oyuncu geride kalmış, onlar da yönetimle sorun yaşıyordu. Geçen sene takımı sırtlayan isimlerden Serkan Erdoğan üstelik de en ciddi rakiplerden biri olan Banvit’e gitmişti. (Aynı Serkan, kupa finalinde Beşiktaş’ın karşısına çıkacaktı) Sponsor uzun süre bulunamadı, en sonunda Demirören Milangaz’ı basket takımına sponsor yaparak bir nevi takımın bu sezonunu kurtardı. Birçok icraatıyla kıyasıya eleştirdiğimiz başkanın belki de en kritik hamlelerinden biri olmuştu bu.
Sonra transferler yapıldı. NBA lokavtı süresince Deron Willams ve Semih Erden transferleri büyük heyecan dalgası yarattı, takım iyi bir ritim yakaladı. Sonra NBA lokavtı bitti ve bu iki isim gitti. Özellikle D-Will gidince takımın yarı yarıya güç kaybedeceği hatta küme düşmemeye oynayacağı yorumları yapılıyordu. Ama unutulan bir gerçek vardı, bu takımın başında Ergin Ataman vardı. Onun bugününe ve Beşiktaş’taki başarısına bakmadan önce geçmişini bir hatırlamak gerekiyor. Gelin kısaca bir hatırlayalım. 1997 yılında İspanya’da düzenlenen Avrupa Basketbol Şampiyonası'nda Türk Milli Basketbol Takımı'nda Ercüment Sunter’in yardımcısı olarak milli takım antrenörlüğünü yaparken, 1998-99 sezonunda basketbol antrenörlüğü konusunda incelemeler yapmak üzere bir sene süreyle ABD’de Stanford Üniversitesi'nde bulunuyordu Ataman. 2001-03 yılları arasında İtalya Basketbol Ligi'nde Montepaschi Siena'da antrenörlük yaptı. Bu takımla 2001-02 sezonunda Saporta Kupası'nda şampiyon oldu. Siena o günden sonra Avrupa’nın önde gelen basketbol ekollerinden oldu. 2007-08 sezonu başında Beşiktaş Cola Turka'yla anlaştı. Beşiktaş Cola Turka ile play off yarı finali ve ULEB Cup'ta çeyrek final oynadı. Sezon sonu görevinden ayrıldı. 2008-2009 sezonu başında Efes Pilsen ile anlaşan Ataman, takıma 2005'ten sonraki ilk Türkiye Basketbol Ligi şampiyonluğunu kazandırmıştı. Normal sezonu sadece 2 mağlubiyetle kapatan Efes, saha avantajı ile başladığı final serisinde FB Ülker'e Ayhan Şahenk'te üst üste 2 maç kaybetmişti. Ancak o maçtan sonra Ataman'ın Efes'i FB Ülker’i üst üste 4 maç yenerek şampiyonluğa uzanmıştı. O sezon Teknosa Erkekler Türkiye Kupası'nı da kazanan Efes, Ataman yönetiminde duble yapıyordu. 2011’de ise Ataman, Beşiktaş Cola Turka'nın başına geçiyordu yine. Zorlu ve belirsizliklerin yaşandığı bir dönemde hem de.
Bunlar bir kariyerin satırbaşları sadece. Ataman çalıştırdığı her takımda öncelikle vizyoner davrandı. Bütçeleri en doğru şekilde kullanmaya çalıştı. Daha Karşıyaka zamanında Stefanov transferi ve onu verimli kullanması dikkat çekiyordu. Sonra Beşiktaş’ta ilk deneyiminde Apodaca, Dalmau, Drobnjak gibi kariyerli oyuncuları takıma getirdi. Sinan Güler Türk basketbolunda görücüye çıkıyordu. Yine Efes Pilsen döneminde Avrupa’da gözde oyuncuları ile çalıştı. Onun vizyonerliği bugün Beşiktaş’ın tarihi kupa başarısının alt metnini oluşturuyor. Ataman, kariyerinde daha önce iki kez Ülkerspor ve bir kez de Efes Pilsen ile kazanmıştı kupayı, ama o takımlarla kazanırken hep favori durumdaydı. Büyük bütçelerle geliyordu bu başarı. Ama bu sezon rakiplerinin 15-30 milyon dolarlar arasında değişen bütçelerinin yanında kısıtlı bir bütçeyle geliyordu bu başarı.
Takımdaki yabancılara bir bakalım önce. Zoran Erceg, David Hawkins, Pops-Mensah Bonsu, Carlos Arroyo, Adam Morrison, Marcelus Kemp. 6 oyuncu da bugün herhangi bir Eurolegaue takımında ilk 5 oynayacak düzeyde. Bonsu ve Arroyo’nun sezon ortasında geldiğini de unutmayalım. Serhat Çetin, Barış Hersek, Can Akın gibi çok şey beklenen ama bir türlü beklenen patlamayı yapamayan yetenekli genç oyuncular da Ataman ile kimliklerini buldular, katkıları büyük. Hatta Serhat Çetin kupanın MVP’si oldu, kupaya adeta damgasını vurdu. Avrupa'da da Eurochallenge Cup’da yoluna emin adımlarla devam ediyor Beşiktaş. Şu kadroyla kupanın Fuenlabrada ile birlikte en büyük favorisi kanımca. Bu noktada en büyük güvence yine Ergin Ataman.
Ataman, dobra da bir insan. Ben onun her zaman Beşiktaş basketbol takımının iyiliğini düşündüğünü fark ediyorum. Örneğin kupa finali öncesi Beşiktaş taraftarının Konya’da salonu yeterince doldurmadığını söylerken, birçok kişinin de hislerine tercüman oluyordu resmi bir ağızdan. Yer yer bazı nedenlerle taraftarın tepkilerini çekse de taraftar da onu çok seviyor ve ona çok güveniyor. Twitter hesabında 30 bine yakın takipçisi var, onlarla iyi bir iletişimi var. Türk basketbolunda bir Ergin Ataman gerçeği var. Çoğu tarafında yeterince üstünde durulmasa veya görmezden gelinse. Yönetim tarafında verilen destek sürerse ve artarsa ben Ataman’ın Beşiktaş’ı Euroleague platformuna da taşıyabileceğini düşünüyorum.
9 Şubat 2012 Perşembe
AMATÖRLERİN ZAFERİ BU KEZ İSPANYA’DAYDI, AKILLARA CALAİS GELDİ


İspanya’da bir süredir bir rüya devam ediyordu. Mirandes’den bahsediyorum. İspanya’da Kral Kupası’nda yarı finalde elenen Mirandes. İspanya’da La Liga’dan sonra Secon Division A, Second Division B ve 3. Lig geliyor. Kağıt üzerinde Mirandes’in mücadele ettiği Second Division B, bir nevi üçüncü lig gibi esasında. Mirandes, Ağustos’tan beri kupada mücadele ediyordu. Amorebiata, Real Linense ve Logrones gibi takımları tek maçlı bölümde eledikten sonra son 32’ye kaldılar. La Liga takımları da bu aşamada turnuvaya dahil oldu ve elemeler iki maç üzerinden oynanmaya başlandı. Burada da Villarreal, Racing Santander ve Espanyol’u elediler. Hem de iki maçlı eleminasyon sisteminde.
35 bin nüfuslu şehrin takımı Mirandes. Kadrosunda yalnızca altı profesyonel futbolcu var. Diğerleri, futbolculuğun dışında başka meslekler de yürütüyor. Athletic Bilbao karşısında elendiler yarı finalde. Mirandes’in başarısı akla yıllar önceki Calais mucizesini getirdi. 7 Mayıs 2000’de Fransa Kupası Finali için o dönemin en güçlü takımlarından Nantes'ın rakibi, 4. ligin amatör takımı Calais idi. Calais, Fransa'nın kuzeyinde 75 bin nüfuslu bir kasabaydı. Bordeaux’u bile elemişlerdi. Karşılaşmayı 90. dakikada hiç yoktan üretilen bir penaltı ile kaybetmişlerdi. Gözyaşları arasında, Paris'in ünlü Stad de France'ı dolduran onbinlerce kişinin alkışları arasında kupa almış kadar saygı görmüştü. Gün gelir, Türkiye’de de kupada amatör takımlar ya da 2.lig 3.lig takımları bu düzeye gelir, ya da onları bu düzeye getirebilecek kupa statüleri oluşturulur.
2 Şubat 2012 Perşembe
MISIR’DAKİ FUTBOL KATLİAMI VE ULTRAS TARAFTAR GRUBU

Dün Mısır’da çok acı bir olay gerçekleşti, futbol maçı sırasında çıkan olaylarda tam 76 kişi yaşamını yitirdi. Bu olayların içindeki gruplardan biri de Al-Ahly takımının Mısır'daki devrim hareketinde de aktif olarak yer alan taraftar grubu Ultras idi. Olayın içeriği, nedenleri ve failleri ile ilgili bir şey söylemek için erken fakat özellikle Twitter’da birçok aktivist bu olayın Mısır’da rejim muhaliflerine karşı gerçekleştirilen bir saldırı olduğunu düşünüyorlar.
Al-Ahly'nin taraftar grubu Ultras, Mısır Devrimi sırasında esasında birçok siyasi parti ve oluşumundan daha önemli bir rol oynamıştı. Mübarek diktatörlüğü döneminde de hep stadlarda muhalif sesini duyuran bu grup, devrim sırasında da sokaklardaydı.
Tam ismiyle "Ultras Ahlawy", kulübün en büyük taraftar grubu. Bu grup 40 bine yakın taraftarın olduğu Kuzey tribünü Talta Chimal'i kontrol ediyor. Ben onları daha çok bizim televizyonlardaki maç özetlerinden, Futbol Mundial programından ve Mısır devrimi ile ilgili bir haber çalışmasından tanıyorum. Ve stadda, özellikle Afrika Şampiyonlar ligi maçlarında çok güzel koreografiler yapıyorlar.
Al-Ahly Afrika'nın en büyük kulüplerinden biri, belki de başarıları nezdinde en büyüğü.
Ayrıca kıtanın en politik taraftar kitlesinden birine sahip. Esasında kulübün milliyetçi bir geçmişi var. Bizdeki ulusalcılara karşı gelen bir duruşları var genel olarak bakınca. Maçlarında birkaç kere “We ARe Egypt-Biz Mısır’ız” pankartları ve koreogafilerini gördüm. Diğer yandan bizdeki Çarşı grubuna benzetebiliriz, Ultras taraftar grubu da içinde komünistleri de, liberalleri de, anarşistleri de, İslamcıları da barındırıyor. Grup, Mübarek yanlısı basın tarafından hep vahşi holiganlar olarak gösterildi. Ultras grubunun lideri bir röportajında “Devrim sırasında bizim polisten korkumuz yoktu; çünkü biber gazı ve sallanan coplar bizim için yeni bir şey değildi. İnsanlar sokakta savaşırken bizim en önde bulunmamız gayet anlaşılabilir bir durum” demiş.
Ultras grubunun bu kimliği dünkü katliamı daha da farklı bir noktaya ve derin kuşkulara götürüyor ne yazık ki, bunun siyasi nitelikli bir katliam olduğuna dair.
25 Ocak 2012 Çarşamba
24 Ocak 2012 Salı
TAKSİMSPOR 70 YAŞINDA....
ENDÜSTRİYEL FUTBOLA KARŞI ORTAK BİLDİRİ

Endüstriyel futbol karşıtı ve emekten yana taraftar grupları tribünlerdeki yasaklar ve baskılarla ilgili olarak ortak bir deklarasyon yayınladı.
Bu grupların arasında Altay YSKA, Beleştepe, Boranlar, Buca İstasyon, Dersimspor, Dev Nurtepeliler, Forza Livorno, Halkın Takımı, Sol Açık FenerbahCHE, Şimşekler, Tek Yumruk, Ya Basta! Viva Göztepe gibi gruplar yer alıyor.
"Sporda şiddeti ve düzensizliği önleme yasası" başta olmak üzere, belli başlı eksiklikleri eleştiren bildiride şu ifadeler yer aldı:
"Vardık, Varız, Varolacağız
Önce şehirlerimizi, sonra mahallelerimizi, sonra da ruhlarımızı ve oyunlarımızı işgal ettiler.
Onlar için heryer bir cezaeviydi. Kendine benzemeyenleri kapamak için yaptıkları dört duvar ve o duvarlar kimi zaman tuğladan kimi zaman baskılardan kimi zaman da yasalardan oluşurdu.
İktidarlar makulu sever, normali ister... Ve iktidarın istediği birey olmadığın sürece sen anormalsindir; yani suçlu. Herşeyi kendilerine göre tasarlarlar, kendileri ve çıkarları için kanunlar yaparlar. Çocukluğumuzun geçtiği mahalleleri kötü bulup kentsel dönüşüm projelerine, top oynadığımız yaylaları elektrik santrallerine heba ederler. İktidarlar için her yer, her ağaç ve her ağacın gölgesi satılabildiği kadar değerlidir. İşte bu nedenle her şeyi endüstriyelleştirirler, her şeyi alınıp satılabilecek hale getirirler. Yaşamlarımızı, zevklerimizi, zamanlarımızı ve oyunlarımızı paraya çevirmek isterler. İşte bu projelerine direnenler (uyum sağlamayanlar) onlar için bastırılması gereken bir unsur, cezalandırılması gereken bir suçludur.
Ve şimdi de futbola göz diktiler. Önce medya patronlarını ve kulüp başkanlarını ikna ettiler profesyonel olmaya ve sonra da futbolcuları... Şimdi sıra oyunun gerçek sahiplerinde yani bizlerde. Onlar için bizler de profesyonel olmak zorundayız (yani onların koyduğu kurallara itiraz etmeksizin uymalıyız). Takımımızı desteklerken söylediğimiz besteye karışırlar, açtığımız pankarta ve golden sonra yaktığımız meşaleye... Ne kadar güzel gözükürse gözüksün o güzellik onlar için tehlikeliyse yasaklanmalıdır, engellenmelidir... Yani sevdamız da makulleştirilmelidir.
Stadyumlar ilk defa cezaevine dönüştürülmemiştir aslında; Roma'da gladyatörlerin tutsak alındığı alandı, Şili'de cunta tarafından Victor Jara ve arkadaşlarının katledildiği bir alandı stadyum... Topraklarımızda, 12 Eylül döneminde büyük gözaltı merkezleriydi stadyumlar... Yani iktidarlar bazen açıktan, bazen de fiili uygulamalarla cezaevine dönüştürmüştür oyun alanlarımızı. Günümüzde de kendilerine göre suç teşkil eden herkesi yok saydığı ve cezalandırdığı bir baskılama merkezidir stadyumlar.
Evet bir yasa çıkarttılar, “sporda şiddeti ve düzensizliği önleme yasası” dediler adına da. Makul taraftar yaratmak üzerine kurdular ve oluşturdular bu yasayı; ama kendilerinin de zarar gördüğünü anlamaları çok zor olmadı. Bir kere daha iktidarların, muktedirlerin kolay çözümlerle hatalarını düzeltebileceklerini gösterdiler bize... Yasanın kendilerine vuran yerlerini mecliste alelacele çıkarttıkları bir kararla kırptılar ve kendileri temize çıktı; çünkü futbolun sahipleri onlardı. Futbol endüstrisinin patronlarıydılar onlar, tüccarlarıydılar... Bizler ise onlar için sadece satın alanlarız; maç bileti satın alan, forma satın alan ve onlara sonsuz destek olan. Bunları yaptığımız sürece onlar için bir tehlike değil, hatta kâr tablolarındaki iştah kabartan verileriz. Ama sesimiz biraz çıktığında, kendimiz olmak isteğimizde düzeltmek için meclise sundukları yasa bize tüm şiddetiyle uygulanmaktadır.
Hâl böyleyken; yani futbolun patronlarının kendi çıkarları için birleşip birşeyleri değiştirdikleri gibi biz tribün emekçileri, yani taraftarlar da kendi çıkarlarımız için birşeyleri değiştirmek için güçlerimizi birleştirmeliyiz.
Bizi oyunun dışında bırakmaya çalışırlarken, bizi normalleştirmeye çalışırlarken ve bizi endüstriyel futbolun makul taraftarları yani müşterisi yapmaya çalışırlarken hangi takımın taraftarı olduğumuzun ve sevgimizin renklerinin bir önemi yok. Çünkü onlar renk, arma ve sevda ayrımı yapmıyorlar. Bizim için kutsal olan, onlar için rantsal olmaktadır.
Futbola ve tribünlerimize sahip çıkma kararlılığında olan biz emekten yana taraftar gruplarının tüm baskılara, engellere ve yasaklara karşın son sözü direniş, isyan ve mücadele olacaktır. Hangi tarafta olursak olalım, hangi armaya aşık olursak olalım bizi ve tribünlerimizi tehdit eden her türlü baskı ve yasaklara karşı dayanışma içinde tek vücut olacağımız bilinmelidir.
"Egemenlerin normaline karşı anormal olmayi tercih ediyoruz.!"